Bayramı, öksüz ve yetim geçirenlere

Osman YAZICI

Annemsiz yedinci, babamsız 12’nci bayram; bu geçirdiğim.
Yaralıdır yüreğim anlayacağınız.
Öyle bir hüzündür ki bu ayrılık, boğazımda düğümlenir bu söyleyeceklerim, kala kalırım öylece.
Bir bayramı daha geride bıraktık, ben annemin elini öpemedim, üstelik koca yedi yıldır da ayrıyım.
12 yıldır babamla bayram namazına gidemiyorum.
Öylesine bir boşluk, bir yalnızlık ki insan yaşayınca anlıyor ancak bu yürek yakan, burun sızlatan acı duyguyu.
Anne ve babasız bayram geçirenlerin bayramı kutlu olması dileğiyle, bu yazıyı hepinize armağan ediyorum.

Yine bir sonbahara giriyoruz. Ağaçların yaprakları sararmaya başladı, yakında dökülmeye başlayacak.
Göçmen kuşlar alttan uçacak ve kışı müjdeleyecekler.
Biliyor musun anne, arife gecesi hiç uyuyamadım. Çünkü sizinle buluşacaktım, ellerinizi öpecektim. Nasıl uyuyabilirdim ki. Yüreğim öylesine serindi ki; içim içime yine sığmadı. Kirpiklerim kapanmadı bir türlü. Heyecanla yeni doğan güneşi selamlamayı bekledim. Yıllar sonra ilk kez buluşacaktım sizinle. Hasret dolu yüzlerinizi, buğulu gözlerinizi ilk kez görecektim. Elinizin sıcaklığını hissedecektim.
Dudaklarınızda yine tebessüm olacak mıydı, odamda asılı duran resimlerinizdeki gibi? Yine titreyen sesin savrulacak mıydı yüreğime, Kaçkar Yaylası’na, çocukluğumun geçtiği Yukarı Durak köy ormanlarına?
Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı, bayram sabahı, ne kadar uzun sürmüştü, bulabildiğim en güzel kıyafetleri giyerek sizin için yola koyuldum. Tıpkı, çocukluğumda bayram sabahları giydiğim, yastık altında sakladığım en güzel elbiselerim gibi.
Gelişiniz öylesine bir huzurdu ki, geceler boyu hayalini kurduğum düşlerimden bile daha güzeldi. Uzaktan ikinizi gördüm önce. Eskisi gibi hiç kavga etmiyordunuz babamla. Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydiniz. Gözleriniz nasıl aydınlıktı öyle. Rengârenk giysileriniz, sıcak bakışlarınız ve içimi rahatlatan gülüşünüz ne güzeldi. Oysa sizden önce hüzün yağdı düşlerime. Hem öksüz, hem yetim olmanın ezikliği vardı üzerimde. Önce sizi seyrede durdum uzun uzun, içime akıtıyordum doyumsuz hasretinizi. Sizin gözlerinizde yaş vardı, hasret gözlerinizin ardından.

Nereye gideceğimizi konuşmadan yürümeye başlamıştık, bizim köyde. Mutluluk rüzgârları sürüklüyordu bizi, nereye varacağımızı bilmeden. Bazen oturduk, bazen yürüdük eskisi gibi. Babamın dizleri ağrımıyordu artık. Senin de göğüs ağrıların geçmişti. Biliyor musun bir oğlum oldu. Çok istiyordun Hande’den sonra bir erkek torunun olmasını. Ata, 4 yaşına girdi, çok yaramaz oldu. Torun niyetiyle seviyorum onu. Hande, bu yıl Anadolu Lisesi’ni kazandı, oraya başlayacak.

Zamanın durmasını istedik, çünkü siz gidecektiniz. Bense yine yalnız kalacaktım. Sabah başlayan güneşte batmak üzereydi. Siz gitmeliydiniz bilinmeyen yere. Ne beni götürdünüz, ne de siz benimle kaldınız. Ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerimize, o gün bir hayal gibiydi. Siz giderken tutku sahilimden yaşlı gözleriniz. Siz kayboluncaya dek ardınızdan baktım anne..! Gözlerimi alamadım bir türlü, sizi benden uzaklaştıran sokaklardan. Gelişiniz bir rüya, gidişiniz isyan. Beni bu rüyadan, TRT Sanatçısı eşim Meliha “Bayram namazına geç kalıyorsun’ diyerek uyandırdı.