Ünlü Fransız Existansiyalist’i (varoluşçu filozofu) J. Paul Sartre’a sormuşlar:
“ Niçin bu kadar çok içiyorsun?” Cevap vermiş:
“ Kederlerimi boğmak için.”
“ O kadar içtin ki!.. Kederlerin hâlâ boğulmadı mı?”
“ Maalesef, yüzmeyi öğrenmişler!..”
Salt akılla kendini tanımaya çalışan insan, çift ayna olmadan kendi ensesini görebileceğini sanır ve sürekli döner durur. Bu döngü o kadar şiddetlidir ki, insanın beynini döndürür ve nesneleri saptırır.
Cins kafalar kendilerine hep şu soruyu sormuşlardır:
“ BEN KİMİM?”
Yeryüzünde bundan daha can alıcı bir soru yoktur; çünkü soru, bizzat beni ilgilendiriyor. Ben varsam, benim dışımdaki şeylerin de bir anlamı vardır, benim için. Ben yoksam kuş uçmuş, güneş doğmuş, yağmur yağmış… bunların bana göre bir anlamı yok ki!
Bu sorunun karşılığında salt akıl panikler, cevapsız kalır! Aklın, kendini idrak etmesi için bir üst akıla ihtiyacı yok mu dersiniz? Her tıkanma bir problemi de beraberinde taşır. Bu tıkanmayı aşmak için akıl kendine çareler arar ve en kolay olanından işe başlar, unutmak!
Aklın bu kendini yakan soruyu unutması için ilk elde bir şey yapması gerekir: İçer!
İçtikçe uyuşan beynin yalancı gizeminde kendini bulacağını sanır veya hakikatle yüzleşmekten, yani kendini tanımaktan korkar ve bir nevi rüya tüneline girer. Ayıkınca hayal kırıklığı had safhadadır. Akıl, kendisiyle yüzleşmeye yanaşamaz ve yine içer; bu oyun devam edip durur. Susayan birisinin deniz suyu içmesi gibi, susadıkça içer, içtikçe susar ve en sonunda olanlar olur!
İçkinin de teselli edemediği, daha doğrusu soruyu unutturamadığı biraz daha cins akıl bu sefer yine kendine daha derin sorar:
“ BEN KİMİM?”
Bu soruyla bütün beyin damarları birbirine girer ve beyin adeta karışarak iş göremez durumuna gelir. İçkinin sindiremediği durumu bu sefer “delilik” sindirir ve aklı bir kenara koyar. “Aklı yele vermek” işte buna denir.
Bundan da daha kuvvetli bir akıl bu geçidi de geçer ve varoluş uçurumunun kenarından, beyni yakarcasına bu soruyu sorar:
“ BEN KİMİM?”
Soru karşı dağa çarpar, yankılanarak geri döner ve soranın kulağından içeri girerek beyni allak bullak eder. Bu sorunun etkisi hiçbir bombada bulunmaz; çünkü canevine iner.
Salt aklın bu soruya verebilecek olduğu hiçbir cevabı yoktur. Cevabını bulamayan derin sorular, cins akıllar için intihar sebebi olur ve uçurumun kenarından kendini boşluğa bırakır, intihar eder!
Unutmak için içtim olmadı; kafayı dağıttım, beynimdeki kezzabın acısı dinmedi; intihar ettim, bir ateş çemberinin içine düştüm!..
“ BEN KİMİM?”
Dünyadaki bütün uygarlıklar bu sorunun cevabını verebilmek için kurulmuş, bütün savaşlar bunun için yapılmış, tüm adımların bastığı yerde bu soru sorulmuş; ama cevap yok! Bir volkan gibi içten içe kaynıyor:
“ BEN KİMİM?”
Bir insanda Öte Dünya kavramı gelişmemişse, varlık sancısını unutabilmek için ya içecek, ya delirecek ya da intihar edecektir. Bunları yapmıyorsa, bir ottan beter bir hayat sürecektir; anlamsız ve çilesiz.
Bir ses: “ Sana kimliğini hatırlatmaya ve vermeye geldim!..”
Akıl hayret noktasında. Kimdir bunu diyen?
“ Ben Peygamberim. Allah’tan aldığım emirle insanlara kimliklerini hatırlatmaya ve vermeye geldim!”
Akıl, kendi içindeki hazinesini keşfetmenin heyecanıyla elini bu sese uzatıyor.
Sarhoş olmayanlar, çıldırmayanlar, intihar etmeyenler; yani sabırla kendi içlerindeki hazineyi bulmak için her türlü çileye katlananlar, bu sese kulak veriyorlar ve ellerini uzatıyorlar.
“ İşte kimlikleriniz!”
“ KUL!..”
İnsanın yeryüzü kimliği işte budur. Bu kimlik dışındaki bütün oluşumlar bir hayal, vehim ve saçmalıktır. Bunun böyle olduğunu herkes, mahşer günü kimlikler ibraz edilirken bizzat görecektir.
Allah yokmuş gibi yaşamanın adıdır, kimliksizlik ve de mutsuzluk. Allah’ın nuruyla aydınlanmayan ve ölüm sonrasını düşünmeyen bir aklın dünyada çözebilecek olduğu bir problem yoktur, en başta kendisini çözemez. Kendini çözemeyen neyi çözer ki!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci