Acaba günün birinde şöyle bir konuşmaya insanlık tanık olacak mı?
Yaşları doksanı bulmuş iki ihtiyar kadın, evlerinin önündeki eşikte oturarak konuşuyorlar. Biri, diğerine şöyle sesleniyor:
“ Hatırlıyor musun, çocukluğumuzda bu sokağa bir yaşlı adam gelmişti ve “Ey insanlar, duyun ve bilin, Allah var, Peygamber var, öldükten sonra dirilmek var, cennet- cehennem var!” diyerek gitmişti. Büyüklerimiz buna çok gülmüş, biz çocuklar ise, o yaşlı adamın dediklerinden hiçbir şey anlamamıştık. Şimdi sen, o yaşlı adamın dediklerinden bir şey anlıyor musun?”
Özgecan Aslan, “Ben nesli”nin kahrolası tutkusunun kurbanı oldu. Bu ne ilktir, ne de son olacaktır; çünkü çılgınlık artık hudut tanımıyor. İnsan, yaradılış dengesini bozunca canavarlardan bile aşağı olabiliyor; hatta irtifa kaybında sınır tanımıyor.
Tecavüz her çağın yakıcı ateşi, fakat bu çağ kadar patlama yapıp ocaklara ateş doldurmuş muydu? Şehvet, dizginlenmediğinde bir soluyuşta dünyayı yutacak kadar kendini güçlü hisseder. Böyledir diye, bunca saldırısına karşı, kendilerini “insan” olarak tanımlayanlar, bu vahşi dürtünün esiri olmuş olanlara karşı sesiz mi kalacaklardır?
Birkaç örnek verelim: ( Yıllık tecavüz rakamları)
Hindistan’da: 22 bin. (%20’si grup tecavüzü)
Çin’de: 35 bin.
Fransa’da: 7 bin.
ABD’de: 85 bin.
Yani bu işin gelişmiş, az gelişmişlikle pek bir ilgisi yok, nefsi kuduran insanlarla ilgisi vardır. Ruhu, nefisleri tarafından tecavüze uğramış olan insanlar, bedensel tecavüze kalkışmıyorlarsa, bunun bir fırsatını ele geçiremediklerindendir. Şimdi şunu sormak lazım: Dünyada ve ülkemizde, okul müfredatlarında “nefs” denilen bir kavram var mıdır ve bu kavram işlenmekte midir?
Bir bahçenin çiçekleri kurumaya, çürümeye yüz tutmuşsa, bunun nedenleri ziraat mühendislerince araştırılır ve o bahçeye uygun ilaçlar bulunup çiçekler sulanarak bu olumsuzluğa bir son verilir. İnsan bozulmaya, çürümeye yüz tutunca buna bir önlem alınmaz mı? Elbette alınır ve dünya devletleri de bu uğurda çaba sarf etmektedir. Ama sonuç, gittikçe artan azgınlık, başıboşluk ve isyan!
Hayatımızda, hayatı yaratan ve Hayy olan Allah’ı merkeze almadan bir terbiye metodu geliştirmişsek, bunun sonuçlarına da insanlık olarak katlanmak durumundayız. Terbiye, varlıkta (insanda) Rabbin tecellisidir. Zihin dünyalarında sonsuza açılan bir pencere bulunmayan insanların, fırsat ele geçtiğinde, insanlıktan boşalma ve boşanmaları an meselesidir. (Özgecan, minibüse binmeden önce izlenmemiş, sanırım. Canavarlar onu, minibüste yalnız kalınca, canavarlıklarına girişmişler. Yani potansiyel birer suç makineleri.)
“ Kız arkadaş grubumla dışarı çıkıp gözümüze birkaç delikanlı kestiririz. Sonra birinin evine gider ve sevişiriz.” ( Ben Nesli, Jean Twenge, Kaknüs Yay. İst.)
Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır, (Lokman’ın ağzından, oğluna): “ Yürüyüşünde mutedil –dengeli- ol, sesini alçaktan al; çünkü seslerin en kötüsü (çirkini) şüphesiz eşeklerin sesidir.” (Lokman Sûresi: 19) Mevlâna; “ Eşek iki zamanda anırır.” diyor, “ Biri acıktığında, biri de şehvete geldiğinde!” Eşek sesine sarılı bir dünyada yaşarken, olup bitenleri anlayamamak gaflettir.
Özellikle gelişmiş ülkelerde ilk cinsel deneyim yaşının 15’in altlarına düştüğünü istatistikler kaydetmektedir. Batı gençliği: “ Cinsellik, Papa ve Rahibe Terasa dışında herkesin yaşadığı bir şey.” demekten kendini alamıyor. Bir genç kız, “ Anne ve babam günlüğümü buldu ve çıldırdılar!” demekten kendini alamazken, bu günlüğündeki yaşadığı olaylarla adeta gurur duyuyor!
Hayvanlar âleminde – bilebildiğim kadar- cinsel tecavüzün olmaması, insanlığın da hayvandan aşağı düştüğünün bir göstergesi değil midir? Oysa bazı hayvanların cinsel dürtüleri, insandan fazladır. Cennet, insan olarak doğmuş, insan kalabilmiş ve insan olarak ölmüş olanlara Allah’ın bir büyük armağanıdır.
Ateş yakar, su söndürür. Bu yaradılış kuralı hep böyle durur. İnsan terbiye edilmezse yakıcılığına devam edecektir. Bu yakıcılık sadece bireysel bazda değil, devletler bazında da sürüp gidecektir. Dünyevi kaygılardan ötürü çıkan her savaş, liderlerin şahsında, toplumsal şehvetin taşmasından başka nedir ki? Orta Doğu’da, Bosna’da ve diğer yerlerde yaşanan toplu tecavüzler, katliamlar bütün bunların bir göstergesi değil midir?
Bütün bu olup bitenlerin sosyolojik, psikolojik, ekonomik vb izahları vardır; ne var ki bunlar sebep değil, sonuçtur. Asıl sebep, insanın insan olarak kalamamasıdır ve bunun ne demek olduğunu da araştırmak, bunlara çözüm üretmek devletlerin işidir. Evet, insanın insan olarak kalamaması, bugünki dünyanın en büyük ve en önemli sorunudur. Bunu anlamak için de önce insan olmak gerekir.
Bu gidişatlara bir dur, diyecek asaletli insanlara dünyanın ne çok ihtiyacı vardır!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com Twitter:@DAliTasci