Yetmişli yılların başında, teknolojinin henüz yaya gittiği bir zamanda, İstanbullu zengin bir aile, üniversitede okutmak için kızlarını Amerika’ya gönderir.
Genç kız yılsonunda ailesine bir mektup yazar. Mektup, İstanbul’daki evine varır. Baba, mektubu heyecanla eline alır ve okumaya başlar:
“Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizler bu mektubu elinize alıp okurken, ne yazık ki ben artık Amerika’da olmayacağım; çünkü Afrikalı zenci bir arkadaşımla evlendim! Üzgünüm, ama birkaç gün sonra okulu bırakıp eşimle birlikte Uganda’ya uçacağız. Beni affediniz. Kızınız.”
Anne ve babanın halini hayal edebiliyorsunuz!
Anne bir yana yığılmış, baygınlık geçiriyor, babanın ise tansiyonu zirvelerde dolaşıyor. Evin içine adeta karanlık çökmüş!
Babanın elinden yere düşen mektup ters çevrilir. Evin, ilkokula giden diğer kızı mektubun arkasında bir not olduğunu görür. Kız, mektubu eline alarak arkasındaki notu yüksek sesle okur. Notta şunlar yazılıdır:
“Sevgili anneciğim ve babacığım,
Size yazdıklarım bir şaka idi; ben sınıfta kaldım!”
Aile, kızlarının sınıfta kalmasının şerefine, ertesi gün evlerinde konu komşuya mükellef bir yemek ziyafeti çekerler.
Beterin beteri vardır.
Hayatımızda da buna benzer olaylara rastlamak mümkündür.
Adam trafik kazasında kolunu kaybeden oğlu için kurban kesmiştir.
Neden?
Kazanın boyutuna bakınca, oğlunun ölmemesi onun için bir ödül olmuştur.
Beterin beteri vardır.
Basit şeylerden sinirlenip küplere binenler, daha beter olayları düşünüp, başına gelenleri sadaka saymalıdır.
Bir olay karşısında neticeyi kestirebilen insan irfan ehlidir, bilgedir.
Trafikte kargaşa çıktı, kahvede şöyle oldu, evde dediğim olmadı diye kendini kaybedip hayatı heba olan nice insanlar vardır.
Çocuğuna bir kızgınlık anında “Allah belanı versin” diye beddua eden annenin halini düşünün. Duası kabul olsa da Allah, çocuğuna belayı verse, o ananın hali nice olur?
Hz. Ali’nin bir sözünü hatırladım:
“Allah’ın Allah olduğunu, istediğim her şeyi vermeyişinden anladım.” diyor.
Eskilerin çok güzel bir sözü vardır:
“Bu da geçer ya Hu!”
Hiçbir şey ne başladığı gibi devam eder, ne de göründüğü gibidir.
Bütün dengesizlikler, insanı eğiterek dengeye oturtulabilir. İnsan, ateşi içinde taşıyan varlık. Onun ateşini söndürecek suyu vermezseniz hep yanacak ve yakacaktır. Su, kimyasal olarak iki hidrojen ve bir oksijenden meydana gelir. Biri yanıcı, biri yakıcı olan bu iki gaz, bir formül içinde birleşince su denilen söndürücü ortaya çıkar. Nefs ve şeytan denen ve içimizde yanan ve yakan iki düşmanı, İslam formülü ile birleştirirsen, ruhunu özgür kılarsın. Gerisi mi? Bir sürü safsata!
Bu su dindir, yaratılış gerçeğiyle tanışmaktır.
Maalesef aileler çocuklarına olumlu model olamıyorlar. Onlara bilgi vermek için çırpınırlarken, irfan açlıklarını gideremiyorlar. İrfan, bilgiyi olumlu yönde kullanma sanatıdır. Bu verilmezse, hayat bilgi cehennemine döner ve en yakıcı cehennem de bu olur. Unutmamak gerek, dünyayı ateşe verenler çobanlar değil, üniversite mezunlarıdır.
Yunus ne güzel der:
“Okumaktan mâna ne, kişi Hakk’ı bilmektir.”
Kolunu kaybeden için beter, bacaklarını kaybetmektir. Bacaklarını kaybeden için beter, ölümdür.
Peki, ölümden öteye beter var mıdır?
Olmaz mı?
Beterin beteri, onun da beteri ve sonsuz beter, imansız olarak dünyayı terk etmektir. Asıl beter, fani olanları kaybetmek değil, ebedi güzelliğe kavuşamamaktır.
Evimi kaybettim diye üzülen insan, birkaç tuğla kaybettim diye kendine hayatı zindan ediyorsun. Ya kendini kaybetsen? Ya imanını kaybetsen?
Beterin beteri vardır!
NOT: Mısırlı Din âlimi, düşünce adamı Muhammed Kutub da Hakk’a yürüdü. Kutub ailesinin bizim nesil üzerinde çok büyük emeği vardır. Allah hepsine rahmet eylesin. Çok yakınım ölmüş gibi içim sızlıyor. Kitapsız bir dönmede can simidi gibi kitaplarıyla bizleri ayakta tuttular. Rabbim mağfiret eylesin.