Değerli okuyucular,
Kadim İslam algımızın özünde Peygamber Aleyhisselamın sünnetine bağlılık esastır. Yani, dini Efendimiz Aleyhisselam nasıl anlamış ve çevresine nasıl telkin etmişse biz de o şekilde yaşamayı temel prensip kabul etmişiz. Zaten inancımızın özü de budur. Bu temel prensibin genel adı da EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT itikadı olmuş. Bizim İslam algımızın mihenk taşını sünnete ittiba oluşturmuştur.
Başka bir ifadeyle Peygamber Aleyhisselamın sünnetine derin bir muhabbetle bağlılığı biz inanç dünyamızın ana caddesi olarak belirlemişiz hem itikatta hem muamelatta.
“…Resûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allâh’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7)
“Ey îmân edenler! Allâh’a itâat edin ve Peygamber’e itâat edin ki amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)
“Kim Allâh’a ve Resûl’e itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle berâberdir. Onlar ne güzel dost(lar)dır.” (en-Nisâ, 69)
Hiç şüphesiz Peygamber Aleyhisselam’la bir müminin irtibatını zayıflatmanın ya da kesmenin ilk merhalesi Hadis-i Şerifleri itibarsızlaştırmak ya da şüpheli hale getirmektir. Bunun için çalışan ve bayağı da yol kat eden büyük bir güruh var. Hatta duyduğumuz kadarıyla ilahiyat çevrelerinde artık derin çatlaklar ve cepheleşmeler oluşmuş durumda.
Hazreti Adem’e baba arayanından mı bahsedelim yoksa şefaati miracı inkar edenden mi?
Ya da salavat getirmeye yalakalık diyenden mi! Ve yahut da tesettüre gerek yok diyenden mi?
Aslında denklem çok basit; Hadis alerjisiyle başlayan hikâye, Mezhep karşıtlığı ardından Tarihselcilik ve modernizm esintisi nihai noktada kitapsız ve peygambersiz bir ilah inancı. Yani deizm…
Hani Hristiyan dünyasının İncili nefislerine göre kurgulayıp dini kiliseye hapsetme süreci var ya (REFORM)….
Sosyal mecrayı kurcaladığınız zaman durumun vahametinin boyutlarını rahatlıkla görebiliyorsunuz.. Yüzbinlerce takipçili deist, ateist, agnostik ve reformist kanallar…
Bu noktada haklı bir serzenişte bulunmak faydalı olacaktır.
Bundan yaklaşık otuz yıl önce bir adam çıkıyor ve inaçsızlığını bu millete zerk etmek için birkaç kitap yazıyor. Ardından da diyor ki ‘’benim karşıma çıkıp tartışacak Müslüman bir pehlivan yok mu?’’ Bu adama otuz yıl gibi bir süre zarfında sadece Prof. Süleyman Ateş cevap veriyor ve reddiye niteliğindeki kitabını yazıyor. Günümüz ateistlerinden kime rastlarsanız bu isim çıkıyor karşınıza bir nevi bayraklaşmış ve sembol olmuş artık. Gerçi yaptığı sırf manipülasyon ve uydurmaydı ama meydan boş kalınca fikirleri alıcı buldu, kabul gördü. İslam düşmanı çevrelerce de desteklenip finanse edilince de rağbet gördü.
İşte tam da bu noktada şu soru geliyor aklımıza:
Bizim ilahiyat fakültelerimizdeki akademik kariyer noktasında zirvelere ulaşmış hocalarımızın acaba daha mühim işleri mi vardı da bu konuya ya da bu konulara eğilemediler?(ALTAY CEM MERİÇ) Otuz yıldır bu adamın ve bunun gibi türevlerin inançsızlık tohumları serpilirken genç dimağlara acaba nerelerdeydiler?
Neden reddiye üzerine reddiye yazmadılar? Neden cevap niteliğinde akademik çalışmalara imza atmadılar. Neden tez konularını bu sahaya yoğunlaştırıp en yüksek perdeden cevap vermediler.
Sorular uzayıp gidiyor.
Kıymetli dostlar, nesillerimiz ateizm, deizm, mealcilik, tarihselcilik, mezhepsizlik, Hadis İnkarcılığı gibi yığınla fitneyle karşı karşıya… Düşünsel sahada müteyakkız olmak hepimizin vazifesi…
Muhafazakâr, mütedeyyin dostlarımızın yakınmaları artık yanı başımızda. Evladının dinle diyanetle artık alakasının kalmadığını anlatan yığınla Müslüman var.
Eğer verilen rakamlar doğruysa deizme evrilen bir gençlik var.
Kadim İslam anlayışımızla taban tabana zıt deli saçması fikirlerin kabul görüp itibar kazandığı inanç düzleminde fikirsel mücadele anlamında diyanet camiamızı ön saflarda görmek istememiz en doğal reflekstir.
Nerden fonlandığı belli olmayan sosyal medya platformları yığınla içerik üretip İslam’ın temel argümanlarını tartışmaya açarken İlahiyat fakültelerine ve Diyanet işleri başkanlığımıza çok ama çok iş düştüğü kanısındayım.
Dünyamızın dijitale evrildiği bir zaman diliminde hiçbir din görevlisi ya da dinini diyanetini bilen hiçbir Müslüman kendini sosyal medya platformlarından soyutlayamaz. Artık sadece ezanı okuyup namazı kılıp köşeye çekilemez inanan şahsiyet. Gerektiğinde beğenisiyle, yorumu ve paylaşımıyla bulanmış denizde yol arayanlara fener olmalıdır. İstisnasız olması gereken her mecrada yerini almalıdır…
Belki de hiçbir dönemde inanç bu kadar büyük saldırı altına alınmamıştı. Evet, tarihsel süreç içinde yığınla fikirsel tartışma yaşanmıştı ama Sıratı Mustakım dediğimiz ana cadde hep kendini korumuştu. Ehlisünnet itikadı en muhkem haliyle dimdik ayakta kalmıştı. Ulemanın derin gayretleriyle(Allah hepsinden razı olsun) Ehli Sünnet kalesi daima fikirsel çıkmazlara duçar olanların yegâne sığınağı olmuştu.
Ezcümle İnancımızı sağlam kadim kaynaklardan öğrenmek ve öğretmek hepimizin vazifesidir. İlimsiz bir inanç anlayışı çok ama çok sakattır. Savrulur, yıkılır ve söner. Bir ayağımız sağlam bastıktan sonra istediğimiz mecraya adım atabiliriz ama bir ayağımız sürekli sağlam basmalıdır.
İnternet asla tek başına bilginin yegane kaynağı değildir. Hele de günümüzde bu derece bilgi kirliliği hakimken. Yüzme bilmeyen bir insan nasıl ki okyanusun derin sularına bırakılamaz; akidesi oturmamış bir inanan da en grift inanç konularıyla hem hal olamaz. Öncelik şeksiz şüphesiz inanç esasları dediğimiz akaiddir.
Şu mübarek zaman dilimlerinde hiç değilse ailemizle bir ilim seferberliği başlatabiliriz. En azından küçük bir akaid kitabı ailece bitirilip müzakere edilebilir.
Hayırla kalın, dua ile…