Bir günde zamanlar üstü yolculuk yaptım. Tarih çağlarını gezdim de geldim. Uzaya çıktım, hatta uzayın ötelerine uzandım. Söylediklerimi rüyada veya masal dünyasında gerçekleştirmedim; İstanbulda yaşadım tüm bu olup bitenleri.
Bu sıralar herkes PKKdan söz ediyor haklı olarak. Çünkü önümüzde somut bir gerçeklik var ve bu da içimizi dağlamaktadır. Bundan daha girift ve belki de sosyal dokuyu bir kurt gibi kemiren daha büyük bir beladan söz eden pek yok. Şaşırdınız değil mi, PKKdan daha büyük bir bela mı olur diye?
PKK aslında birlik ve beraberliğimizi sağlıyorsa, uzun vadede millet olarak iyi sonuçlara ulaşacağız, demektir. Ama benim, İstanbulda bir günde yaşadıklarım ise, uzun vadede korkunç sonuçlar doğuracak cinstendir.
Aslında benim yaşadıklarımı çoğumuz belki de her gün yaşıyoruz da, ya alışkanlıktan ötürü farkına varamıyoruz ya da aman sen de deyip geçiyor veya geçiştiriyoruz.
Önce, gecekondu semtlerimizden birinde, bir sağlık ocağına gittim. Sağlık ocağının ne sağlıkla ilgisi vardı ( ki ceyran prizindeki fiş bile koli bantıyla tutturulmuştu.), ne de orasını tıklım tıklım dolduranların yüzlerinden umut akıyordu. Burası bir İstanbul semti değil, adeta Anadolunun en geri kalmış bir kasabası görünümündeydi. Hastaların yüzde doksan dokuzu kadındı. Her kadının yanında ya bir ya da iki tane çocuk vardı; ama beslenme bozukluğu nerdeyse hepsinin cildine sinmişti.
Sonra, lüks semtlerden birindeki anaokuluna yolum düştü. Burası okuldan çok adeta villayı andırıyordu. Modern çağın en son imkânlarıyla donatılmıştı. Beş altı yaşındaki çocukların konuşmalarını anlamak zordu:
Öğretmenim, biz bu yaz Miyamide tatilimizi geçirdik.
Bizim de gittiğimiz otelin havuzunda bronzlaştım, bak!
Açık büfede tıka basa yedim de yedim, auu ( Ağzını şişirerek şişmanladığını anlatıyor.)
Ben Eyfel Kulesinin tepesine çıktım.
Evet, bu çocuklar da uzaya çıkmışlardı, anlaşılan.
Sonra, bir mahalle berberine tıraş olmaya gittim. Ben tıraş olurken, yaşlı bir kadın, beş yaşındaki torunuyla içeri girdi ve berbere: Evladım, bu çocuğu tıraş ettirecek param yok, onu tıraş eder misin? deyişindeki mahcubiyetine tanık oldum.
Parçalanmış bir ruhla eve dönerken, tiner çeken çocukların şovlarını korkuyla izledim.
Bir toplumdaki uçurumun bu kadar derinleşmesi hayra alamet değildir. İletişimin bu denli yaygınlaştığı bir zamanda, herkes her şeyi görür ve bilirken, aynı toplumda yaşayan insanlar arasındaki bu korkunç farklılık, yarının kavgasının da habercisi olmayacak mıdır?
Devlet, çocukları bir üst okula yerleştirmek için sınavlar yapıyor. Bahsettiğim anaokulundaki çocukla, gecekondudaki veya Anadolunun ücra bir kasabasındaki çocuğa da aynı soruları soruyor! Parisi, New Yorku, Romayı gezip yaşayan bir çocukla, baraka evinden okula giden bir çocuğun zaman, mekân, olay algısı aynı olabilir mi? Birisi uzayda yaşıyor, diğeri mağarada.
Çağdaşlaşacağız demekle olmuyor bu işler. Çağdaş marka bir salça üretirsiniz, salçası bittikten sonra da teneke kutunun adı yine çağdaştır. Marka çağdaşlığıyla gelinen nokta, tehlikeli bir noktadır.
Toplumun manevi bağlarını kopardınız, kafası tamamen dünyayla dolu, menfaatinden başka bir şey düşünmeyen, kendi çıkarları uğruna yorganı yakabilecek insanlar yetiştirdiniz. Sonra da bu insanlar arasında korkunç uçurumlar oluşturdunuz
Böyle bir kavga başlarsa, bu kavgayı ayırmak mümkün olmayabilir.
Elbette bir toplumda mutlak anlamda eşitlik olmaz, ama bir sosyal denge sağlanır ve uçurum bu kadar derinleştirilmez.
Kendini tanımayan insanların hegemonyası altında dünya. Sosyal adalet bozukluğu sadece ülkemizde yok. Bu bozukluk, belki de hiç olmadığı kadar dünyamızı kasıp kavuruyor. Nefsini ilah edinenler, dünyaya ilahlığa kalkışıyorlar. Biz ise, yalnız kendimizi düşünmenin sarhoşluğu altında bulunuyoruz. Uyandığımızda sürprizle karşılaşabiliriz. Pek kimse de bu sürprizin farkında değil.
Önümüzdeki dönemler sınırların kalkacağı, anlayışların değişeceği zamanlar olabilir. Dünya insanları kendilerine bir ortak payda arayışına çıkabilirler. Bizim, insanlığa sunacağımız bir evrensel dünya görüşümüz var mıdır? Yok ise, insanlık ortak paydasına katkımız nasıl olacaktır?
Büyük oluşumlar, hep büyük heyelanlardan sonra ortaya çıkmıştır. Dünya, büyük oluşuma gebe; çünkü büyük heyelanlara tanık olmaktadır.
Dünyanın her yerinde insanlar yaşamaktadır ve bu insanların yaratıcısı Allahtır. Ortak payda da elbette Allahın insanlar için gönderdiği sistem olacaktır. Bunun böyle olduğunu, dünyada yaşanan olaylardan anlamıyorsak, gelecek kuşaklarımıza yazık etmiş olacağız ve bunun hesabını da Allah bizden soracaktır.