Bugün Üstad Necip Fazıl’dan bir iman şelalesi sunarak, biz müminlere de sirayet etmesi duasıyla yazıya başlamak istiyorum.
Üstad’ın 13 Mayıs 1949’da (Çerçeve) yazdığı yazı şöyle:
“Muhal farz (olması imkânsız ama varsayalım ki):
Sonsuz fezanın dibine varsalar… Sonu nihayeti bulsalar ve o “hiç” çıksa…
Bütün kâinat, bana en uzak yıldızından, en yakın ağacına kadar küfür ve şüphede ısrar etse…
Sistemli, teşkilatlı ve teçhizatlı (donanımlı) küfür, aya secde ettirecek, güneşe elektrik faturası kestirecek kehkeşanı (samanyolu) sarayına halı diye döşetecek marifete erse ve bütün bu marifetleri küfre bağlasa…
İnsanı ölümden kurtarsalar, ölenleri diriltseler, ebedi hayatın sırrını bulmuş gibi görünseler…
Ve ve bunca insanlık, bir araya gelip Allah’a ve peygamberlerine inanan bir mümini, alemin en korkunç ve bulaştırıcı hastası diye kezzap şişeleri içinde yaksalar, eritseler, yok etseler…
Ben yine senin ve kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığın Sevgilinin, çizgisi çizgisine ve noktası noktasına yolu üzerinde kalacağım!..”
Bu iman bilinci olmadan bir insanın “mümin” olabilmesi mümkün müdür?
Çağımız Müslümanlarının en büyün sorunu ve inanç çıkmazı, dünya hayatını “ebedi” sanması ve bu aldanışını yeryüzüne yaymasıdır. Pamuk ipliğine bağlı bir imanın yeryüzünü şekillendirmesi nasıl mümkün olsun?
Duygusal bir eğitimden geçmemiş, Allah’ın ayetleri olan ilmi, duyu yoluyla elde edememiş olan Müslümanlar, imanlarının şer güçler tarafından kemirilmesinin önüne geçemezler. Allah’ın, Kitabında yeryüzüne halife olarak yarattığını söylediği insana ne kadar uzak yaşıyoruz!
Ne yazık ki, bu emri bilmeyenler ve tanımayanlar, bilinçsizce ilahi emri yerine getirirken, bizler bu emrin bodrum katında yaşıyoruz. Dünyada dengesiz bir hayatın var olmasının temel sebebi bence budur; duygusuz bir eğitim, duyusuz bir ilim.
Eskilerin “şeriat-ı kevniye” dedikleri doğa yasalarını terk ederek veya onun üzerine derinlemesine eğilmeyerek, insanın kendi içine doğru derinleşmesi bir yanılsamayı da beraberinde getirmektedir. Bu acziyetin göstergesi de körü körüne geçmişle övünmek ve geleceğe ait hayalleri sınırlamaktır. Oysa Şeriat-ı Kevniye’yi anlamadan, onu insanlık yararına sunmadan bir medeniyetin kurulamayacağı da bir gerçektir. Medeniyet; kendi içlerinde derinleşen insanların, (duygularını Din ile terbiye ederek), duyularını ilme yönlendirmek suretiyle kurdukları dünyanın adıdır. Duygular Din ile terbiye edilmeden, bilimi ele geçirerek kurulan dünyanın adı “uygarlık”tır ve bu dünyanın ayak izleri kanlıdır ve merhametten yoksundur.
Duyusuz (statik akıllı) bir İslam alemi; tıp tahsili görmüş, ama elinde neşter (bıçak) yok, ameliyata kalkışıyor, hastayı öldürebilir! Duygusuz (kalpsiz) bir alem-i küfür; elinde bıçak var, ama tehlikeli bir deli, merhametten yoksun, önüne geleni öldürüyor!
Bu hengâmeden kurtulmak için kavi bir iman ve bu imanın vermiş olduğu aşkla şevkle, aklı işlevsel kılarak ve dünyaya bağlanmadan, dünyayı imar… Bunun için de neslimizi hem duygusal (kalbi) yoldan eğitmek, hem de duyusal (aklî) öğretimden geçirmek zorundayız. Eğitimsiz (terbiyesiz) bir öğretim öldürücü; öğretimsiz (ilimsiz) bir eğitim ise köleleştirici sonuçlar doğurur.
Maalesef putları krmadan, duygusal dünyamızı terbiye temek de mümkün değildir. Çünkü imanın şartı “La ilahe İllallah”tır. Yani içindeki putları kır ve ondan sonra Rabbine secde et! Yani, Allah’ın halifesi olduğunu idrak et ve sorumluluğunu yerine getir.
Ya kalplerinden put şakırtıları duyulan insanlar, “müminim” diye hem kendilerini hem de insanları aldatıyorsa! O zaman da okullardan “deizm, ateizm” şaklabanlıklarının yükselmesine hayret etmemek gerekir!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci