“BIRAKIN OĞLUMU, CAHİLLİĞE RAZIYIM BEN!”

D. Ali TAŞÇI

 

                Bugün “Öğretmenler Günü.” Yazılacak o kadar çok şey var ki! Sussam mı, dedim; sonra “hayır” birkaç kelam etmekte fayda var, diyerek, Âkif’imizin Safahât’ını açtım. Açmaz olaydım! “Asım”dan:

                “Kimse evlâdını cahil komak ister mi ayol? / Bize lâzım iki şey var: biri mektep, biri yol.

Neye Türk’ün canı yangın, neye millet geridir? / Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükümetten umup durdukça/ Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca.

Para bizden, hoca sizden deyiverdik… O zaman/ Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman!

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı / Görmeliydin o muallim denen maskarayı.

Geberir, camiye girmez, ne oruç var, ne namaz;/ Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz.

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu/ Ebenin teknesi, ömründe pisin gördüğü su.

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak/ Bunu bilmem ki yarın hangi imam paklayacak?

Huyu dersen bir, adamcıl ki sokulmaz adama/ Bâri bir parça alışsaydı ya son son, arama!

Yola gelmez şehrin soysuzu, yoktur kolayı/ Yanılıp hoş beş eden oldu mu, tınmaz da ayı.

Bir bakar insana yan yan ki, yoz olmuş manda/ Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda.

Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya… Hayır,/Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır.

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz/ Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz.

Kafa orman gibi, lâkin, o bıyık hep budanır/ Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır.

……….

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun/ İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun.

Şimdi ister beni haklı gör, ister haksız/ Öyle devlet gibi, nimet gibi lâflar bana vız!

İlmi yuttursa hayır yok bu musibetlerden/ Bırakın oğlumu, câhilliğe râzıyım ben!”

                Öncelikle çok değerli ve kaliteli öğretmenlerimi tenzih ederek, Üstad Mehmed Âkif’in bu dehşet verici mısralarını siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim. Uzun yılların bozgun, düşkün, azgın… hayatın sırrı bu anlatışın içinde gizli duruyor gibi. Galiba törenlerdeki yağlanmış nutuklarla uzun yıllar at koşturacağımızı sandık! Gençliğimizin ve dünya gençliğinin halini gördükçe, Âkif’in feraseti ortaya çıkmaktadır. Bu gençliği, çocukları eğiten kimdir? Öğretmen! Öğretmeni eğiten kim? Sistem! Sistemi kuranlar?..

                Haydi soruyu şöyle soralım: Savaşları çıkaranlar, silahlarını satmak için ülkeleri ve hatta dünyayı kana bulamaktan çekinmeyenler, bundan da şeytani bir zevk alanlar çobanlar mıdır, yoksa üniversite mezunları mı? Cevabını hepiniz biliyorsunuz. Öyleyse niçin okuyup duruyoruz? Yunus Emre:

                “Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir.” der. “Hakk” kavramının bilinmediği bir dünyada, hayatın bir adı da cehennem değil midir?

                Öğretmen (muallim); insanın gönlünde kapalı duran sonsuzluk kapısının anahtarı olmadıkça, insanlar birbirlerinin kanını içmek için daha çok yarışacaklardır. “Cahilliğe razıyım ben.” diyen Âkif haksız mı? Ve devam ediyor Âkif:

                “ Muallim ordusu derken, çekirge orduları/ Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı.

“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı/ Edepli, sonra liyâkatli, sonra vicdânlı.”

                Eğitim sorunlarını çözmenin en önemli adımı, içerik/müfredattır; amacını belirlemektir. İnsan fıtratına uymayan, okuyanların bile inanmadığı, içten içe alay ettiği metinlerle çocuklarınıza kişilik kazandıramaz,  onların kişiliğini bozarsınız. Bunun yanında, eğitimde ne tür iyi ve zengin müfredat da hazırlasanız, bunları uygulayacak olan öğretmenlerinizi de, kendi medeniyet kodlarınızla yetiştirmemişseniz, binlerce öğretmen atamanızın da bir anlamı kalmaz.

                Sosyal bilimler, insan zihniyetini oluşturmada büyük etkendir. Bu dalda hâlâ bir “devrim” denecek tarzda adım atılamıyorsa, “bırakın oğlumu, cahilliğe razıyım ben!”

                Her şeye rağmen sevgili öğretmenlerimin “Öğretmenler Günü”nü kutluyorum.