Tarih boyunca değişik şekil ve derecelerde insan köleliği hep yaşanagelmiştir.
Köleliğin zirve yaptığı dönem ise kuşkusuz coğrafi keşifler dönemidir.
Günümüzde ise fiziki kölelik kalkmakla birlikte ekonomik, siyasal ve fikri kölelik biçimlerine bürünmüştür.
Kapitalist teoride sömürü veya aşırı kazançlar yoktur.
İşçilerin sendikal örgütlenmeleri işçi ücretlerini maksimize eder. Keza piyasalara giriş ve çıkış serbestliği tam olduğundan bir piyasada aşırı yüksek karlar mevcutsa bunu gören girişimciler hemen o piyasaya girerek fiyatları minimize eder.
Ancaaaakk kazın ayağı hiç de öyle değildir.
Kapitalist-Liberalist düzenlerde ne sendikal özgürlükler tamdır ne de piyasalara giriş ve çıkış serbestisi her girişimci için eşit ve sınırsızdır.
Yüksek işsizlik rakamlarının bulunduğu ortamlarda bir çalışanın iş garantisi patronunun iki dudağı arasındadır. Böyle bir çalışanın özgürlüğünden kimse söz edemez.
Keza yüksek vergiler ve fiyatlar karşısında eli kolu bağlı, milli gelirden çok çok az pay alan ve geçim zorluğu çeken geniş toplum kesimlerinin özgürlüğü kağıt üzerinde kalır. Bunların yanında yüksek medya gücüne sahip iç ve dış güçlerin sürekli olarak ve tek yanlı kültürel propagandalarına maruz kalan toplumun özgürlüğü de kısıtlıdır.
Eğitimde fırsat eşitliği yoksa, yetersiz eğitim görenlerin tam özgürlüğünden söz edilemez. Düşünce özgürlüğü eksik, hak aramak amaçlı toplantı yürüyüş hakları kısıtlanmış toplumlarda tam anlamı ile birey özgürlüğünden söz edilemez. Ve dolayısıyla böyle toplumlarda da demokratik bir ortam oluşturulamaz.
Geçen gün bir arkadaşımla iktidarın yanlışlarını tartışırken ''İyi de bizim reisin üstüne lider mi var, kime oy verelim?'' diye bir ifade beyan etti arkadaşım. Hem de dışardan üniversite diploması olan bir arkadaşım.
Aslında bu anekdot bir anlamda eksik demokrasilerin ortak sorununu özetliyor.
Bizdeki çoğunluk, demokrasiyi, önüne konulan sandığa önceden birilerinin belirlediği isimleri atmaktan ibaret sanıyor. Yetersiz eğitim seviyesi insanları bu anlayışı sorgulamak yeteneği ve bilincinden mahrum ediyor.
Çağdaş demokrasilerde seçimlerde aslolan bir lider seçmekten çok ilke ve yöntemlerin oylanmasıdır. Demokratik ülkelerde seçimler, bizim gibi az gelişmiş ülkelerdeki gibi bir ölüm kalım meselesi olarak görülmez. Hatta oralarda çoğu zaman koalisyonlar ortaya çıkar ve bu hiç sorun teşkil etmez. Çünkü oralarda temel ve sosyal haklar anayasa ve yasalar çerçevesinde teminat altındadır ve hiçbir iktidar onlarla uğraşmaz.
Gerekli temel ve laik dini eğitim alamayan bir insan hiç bir zaman tam bağımsız olamaz. Sürekli kendini yetersiz hisseder. Hep bir siyasi ve dini lider arama ihtiyacı duyar.
Atatürkçülüğün tam bağımsızlık ilkesi ve ülküsü, işte bu noktada anlam kazanır. Burada temel amaç medeni ve laik dini eğitimle aklen tam bağımsız bireylerin oluşturduğu bir toplum yaratmaktı. Bunun en güzel örneklerini köy enstitülerinde görmekteyiz. Ama ne yazık ki bu aydınlanma hareketi işlerine hiç gelmeyen karşı devrimcilerce engellendi. Karşı çıktılar çünkü gerek siyasi ve gerekse dini egemenliklerini kaybetme korkusuna kapıldılar.
Avrupa’da lâik ve çağdaş ve özgür birey yaratma çabaları ancak kilisenin toplum üzerindeki egemenliğine son verip laik eğitime geçildikten sonra başarılı olmuştur. Bizde ise temel eğitimleri bile verilmeyen küçük yaştaki çocukları kurslara doldurup oralarda Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i yalnızca Arapça okutup ezberletilip Arap gelenek ve yaşayışları ile beyinleri yıkanmış anti laik din adamı yetiştirerek yıllardır bunları toplum arasına saldılar. Ne idüğü belirsiz tarikatlarda aydınlanma ve laiklik düşmanı insan yetiştirdiler ve buna hızla devam ediyorlar. Atatürk devrimlerini ve büyük cumhuriyet aydınlanmasını ve buna muhalefet eden karşı devrimcilerin amaç ve niyetlerini idrak edebilecek, aydın ve bağımsız bireylerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye özlemi dileğiyle.