22 Şubat 08 Cuma günü, Denizli Gökkuşağı Derneğinin davetlisi olarak, Denizli Belediye salonunda Ailede Eğitim konulu bir konferans verdim.
Derneğin kuruluş amacı, aileyi güçlendirmekmiş.
Konferansa başlamadan önce, dernek başkanı Orhan Beyin açış konuşmasındaki ilginç bilgi benim çok dikkatimi çekti.
Bilgi şu idi: 2007 yılında Denizlide 3 bin 500 boşanma vakasına karşılık 3 bin 200 evlilik olmuş. İşin daha da ilginç boyutu, Denizlide 40 bin dul yaşıyormuş!
Aslında bu başlı başına hem sosyolojik hem de psikolojik bir araştırmanın konusu; bunlar da yeterli değil, daha derinlere inmek gerek.
Oradaki halkın görüşünü dinledim; hepsinin ortak kanısı şöyle: Denizli bir tekstil kenti. Şimdi de mermer sanayii üzerinde atılımlar yapıyor. Değişik ebatta birçok fabrika var. Fabrikada çalışan işçilerin büyük bir bölümü kadın. Kadınlar, fabrikalarda çalışmaya başladıklarından itibaren ekonomik özgürlük lerini ellerine geçirmiş durumdalar. Bu durumda kadın, kocasına karşı bağımsızlığını ilan ediyor ve boşanmalar hızlanıyor.
Denizli ile ilgili istatistiklere girdim. 1993 yılındaki evlilik sayısı 7 bin 738, buna karşı 2002 yılındaki evlilik sayısı 6 bin 280. 1993 yılındaki boşanma sayısı 345, 2002 yılındaki boşanma sayısı ise bin 282. 2007de bu rakam, yukarıda da değindiğim gibi, 3 bin 500.
Sanayi devrimi Avrupadaki aile hayatını kökünden sarsmıştı. Göçler, yeni mekânlar ve insanlar, ekonomik refahın yükselişi ve daha başka nedenlerle Avrupada aile büyük yaralar almıştı.
Bugün ise Avrupada aile neredeyse yok gibidir. Kadın, ekonomik özgürlüğünü eline almış bulunuyor. Aile kurup da bir bağımlılığın içine girmek, kendini kısıtlanmış bir varlık olarak görmek istemiyor. Bu nedenlerden ötürü evlenmek işine gelmiyor.
Dahası, cinsel özgürlüğünden de taviz vermek hiç ona göre bir durum değil. On yıl, yirmi, otuz
yıl aynı kişiyle hayat geçirmek, Batılı bir kadın veya erkek için olacak şey değildir. Gününü gün etmeli, hazlarını yaşamalı ve sonunda da bir bakım evinde hayatını noktalamalıdır. Annelik duygusuymuş, babalık şefkatiymiş umurunda değil.
Konferans sonrasında bir kadının bana söylediği bir söz var ki saatlerce düşündüm: Hocam, benim en mutlu olduğum an, yavruma süt emzirirken onun gözlerine baktığım andır!
Bir Batılı kadın işte bundan mahrumdur. O, şeklinin bozulacağından korkarak çocuk doğurmaz ve dolayısıyla yavrusuna süt emzirmenin ve anne olmanın zevkinden, mutluluğundan mahrum bulunur. Buna rağmen, hayatını, seks kölesi olarak geçirmeyi de medenilik zanneder. Kırkından sonra da sıkılmış bir limon gibi sokağa atılır. Bundan sonra da bir feminizm derneğinin fanatik bir savunucusu olur.
Freud Batıda yaşadığı ve oranın insanının durumunu gördüğü için hayat, cinsellikten ibarettir demiştir ve bizim literatürümüzdeki nefs-i emmareyi teşhis etmiştir.
Bu nedenle Batıyı bir cümle ile tanımla deseniz, şöyle söyleyebilirim: Batı: Nefs-i emmare imparatorluğu. ( Ne ararsan bulunur, derde devadan gayrı )
İstanbulda ve iş alanlarında kadın istihdamının yüksek olduğu diğer kentlerimizde boşanmaların çoğalması, yöneticilerimizi düşündürmeli ve buna göre bir çözüm üretme yoluna gidilmelidir. Bizim batılılar gibi yaşama lüksümüz yoktur ve olmamalıdır. Maddenin parçalanabilen en küçük parçası atom patlayınca neler oluyor? Toplumun da en küçük birimi ailedir; o yok olunca artık bir toplumdan söz edilemez. Batı kendini, nefsine kurban edebilir. Zaten o, kurban olmaya alışmış, ama Müslüman toplumların ailesiz yaşama şansı yoktur.
Gençler, evlilik öncesi tanışma ve flört adı altında heyecanlarını kaybediyorlar. Nefsi doyurmanın mümkün olmadığının farkında olmayarak, nefislerine köle durumuna düşüyorlar. Topluma model durumunda olan insanların da ne idüğü belirsiz düzeyli beraberlik adı altında fuhşu özendirici davranış ve sözleri, geleceğimizi emanet edeceğimiz neslimizi bozmaktadır.
Zaten, İnternet sitelerinde gezinerek anlamsız bakışlara bürünen bir kocaman kitle var karşımızda. Siz onlarla oturup konuşurken, onlar bambaşka dünyalarda sizin sözlerinizi duymamakta ve bir iletişim de kuramamaktasınız. Anne baba çocuğuyla konuşsa da çocuk başka dünyalarda gezindiği için onları işitmemektedir.
Her şeyin elbette bir çözümü vardır; ama çaba gerektirmektedir. Başta da devlete, hükümetlere iş düşmektedir. Bu, aile kurumlarıyla çözülecek iş değildir, bütün bir millet, hatta dünya bunun için ayağa kalkmalıdır.
Dünyadaki bütün yapılanmalar, nefsini ıslah etmemiş insan veya toplum için, yalnızca cinselliğe ayarlı olarak gelişmektedir. Önümüzdeki zamanlar zor zamanlardır.
Nefsini ilah edineni gördün mü? diyen Rabbimizin buyruklarından başka yerde mutluluk arayanlar çok ama çok pişman olacaklardır.
Dünyada Müslümanca yaşamaktan daha büyük bir nimet olmadığını anladığımız zaman, kendimiz de ailemiz de yurdumuz ve dünyamız da rahat bir nefes alacaktır.