“Japonya’da yılda bir kişi yirmi beş kitap okurken, Türkiye’de ise kişi başına on yılda bir kitap düşüyor!”
“Yaşasın” ve “kahrolsun” mantığıyla hiçbir sorun çözülmüyor. Nerede duruyoruz, zihinsel kapasitemiz neyi gösteriyor, düşünce ufkumuzun çapı nedir… gibi sorulara cevap vermedikçe, yüz yıl kendimizi aldattığımız gibi, daha çok yıllar yeni kuşakları da aldatmaya devam edeceğiz.
İnsanımızı niçin okumuyor diye kınamıyorum. Hani, İbrahim Tatlıses’in, “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?” sorusunu kendimize sormamız gerekiyor.
Okumak ciddi bir tercih ve zihin işidir. Bu toplum külliyen geri zekâlı mı ki okumuyor? Böyle bir iddiaya kim “evet” diyebilir? Öyleyse problem nerede?
Yıllarca okumak ve okutmakla uğraşan bir insan olarak, bu konuda söyleyecek sözümüzün olduğuna inanarak birkaç şey söylemek istiyorum:
İnsanlar ideolojik şeyleri mevsimlik olarak okuyabilirler, ama uzun vadeli ideolojik eserler okunmaz, okunmuyor; çünkü ideoloji mevsimliktir, gelir geçer. Uzun yıllardır bu toplumun çocuklarının zihin dünyaları ideolojik saplantılara kurban edildi. Onlara tercih bırakılmadan “şunları okuyacaksın, şunları okumayacaksın!” dayatması yapıldı. Onlar da ruhlarına ters düşen bu ideolojik ve dayatma eserlere itibar etmediler ve okumadılar. Okullarda “çağdaşlık” adına bu milletin bin yıllık tarihine dil uzatıldı ve değerleri horlandı. İnsanlar da buna karşı tavır takındılar ve onların dediklerini yapmadılar, sunduklarını okumadılar. Aslında pek de inadına okumadılar değil, okunacak eser yazılamadı; çünkü sanat, edebiyat adına yola çıkılmadı, başka şeyler hayal edildi.
Bir kere yazı devrimiyle bin yıllık mazi, yani birikim berhava edilmiştir. Geçmişi bize bağlayan halka kopmuştur. ( Prof. Dr. Teoman Duralı, yazı devrimi için şöyle diyor: “ Türk milletinin kültürel genleriyle oynanmıştır. ) Yeni nesle, tarihine küfretmek öğretilmiştir. Dünyada bir benzeri var mıdır, atalarına küfreden bir toplumun insanlığa örnek olduğu? Cumhuriyet sonrası yazılan romanlarda, bin yıl bizi ayakta tutan değerleri aşağılamayan, horlamayan, küçük görmeyen adeta bir roman yoktur. Bütün imamlar “düzenbaz, hilebaz, riyakâr, pısırık, korkak, hain…” olarak lanse edilmemiş midir?
Siz, bu milletin O’na “Gül” dediği, uğruna yüz yıllar boyu canını ve malını vererek dünya devleti kurduğu Sevgililer Sevgilisi’ne “Araboğlu” “Bay Muhammed” diyerek, en sevgilisiyle alay ederseniz, tarih, yüzünüze bir şamar gibi iner.
Allah, bu milleti okumamakla korumuştur, desek pek yanılmış olmayız. Bugün siz, evlerini altından, sokaklarını gümüşten yapsanız, kendini “çağdaş” zanneden bu insanları memnun etme şansınız var mıdır? Aynı şekilde, değerleriyle alay ettiğiniz insanlar da sizin “çağdaş” dediklerinize burun kıvırmalarında bir paradoks yoktur.
Ahmak; hiçbir şey bilmeyen değil, yanlış bilendir. Milletimizin zihin levhası, abuk sabuk şeylerden korunmuştur ki bu, sevindiricidir. Millet, fıtri olarak ideolojik olandan korunmuştur. İdeoloji, beyinleri dumura uğratan, iğdiş eden mikrop gibidir.
Birkaç yıl önce bir vesileyle lise son sınıf öğrencilerimi Süleymaniye Kütüphanesi’ne götürmüştüm. Oradaki yazma eserleri gören çocuklar, hepsini Kur’an-ı Kerim zannettiler; çünkü okuma yazmaları yoktu. Görevli bunun farkına vardı ve bize şunu anlattı: “Üzülmeyin; geçenlerde bir üniversitemizin karı-koca iki profesörü, İngiliz kütüphanelerinin birinde adını gördükleri, fakat aslının bizde olduğu bir yazma biyoloji eserini incelemek için bize geldiler. Ben onlara okur-yazar olup olmadıklarını sordum, fena halde kızdılar. Evet, eser bizde, ama bu eser Osmanlıca, yani Latince değil, gerçek Türkçe yazıldığını söyledim. Bu sefer mahcup oldular ve kitabı almadan gittiler.” Bunun adına ne denir bilemiyorum!
Bir millet ki, o milletin seksen yıl önceki yazısını az buçuk bilenler orada profesör oluyor, böyle bir garabete henüz dünya şahit olmamıştır.
Japonya’da kişi başına yılda yirmi beş kitap düşüyormuş. Az bile; çünkü Japonlar tarihlerine küfretmiyor. Kimonosunu sırtına geçiren bir kadın, tarihini arkasında taşımaktan utanmıyor. Asırlarca örtüsüyle ayakta duran Türk kadınının bu en kutsalıyla ve kadim değerleriyle alay eden “yapıtlar” mı okusun, bu milletin çocukları?
Türk milleti okumuyormuş! Kim dedi bunu? Türkiye’de, insanlar anlasa da anlamasa da, en çok okunan kitap Kur’an-ı Kerim. Safahat, bir şiir kitabı olmasına ve bir dönem üstü örtülmesine rağmen, en çok satan kitap olma özelliğini koruyor. Burun kıvırmayın, televizyonlardan önce, Anadolu coğrafyasında “Hz. Ali Cenkleri, Battal Gazi’ler, Kerem İle Aslı’lar, Fütüvvetname’ler, Muhammediye’ler, Mesnevi’ler, İhya’lar… su içer gibi okunmuyor muydu? Bu millet, tarihine, değerlerine, kutsalına küfreden filan ve falan romancının kitabını okumuyorsa, bunu düşünmek gerekir.
Millet okumuyormuş! Bir üslup dehası ve zor anlaşılan olmasına rağmen, Necip Fazıl okunmuyor mu? Düşünen, üreten beyinler Cemil Meriç, Sezai Karakoç okumuyorlar mı?
Koca Yunus, asırlar öncesinden gördü bunu:
“Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir.”
Okuduğum eserler bilimde, sanatta ve diğer dallarda beni Rabbimle tanıştırmıyorsa, bırakın ümmi kalayım; bari kendimi bozulmuş hissetmem!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci