BU ÖZELLİKLERDEN NE KADARI BİZDE VARDIR?

D. Ali TAŞÇI

 

 

 

Tanıştığımız, oturup konuştuğumuz, arkadaş olduğumuz bazı insanları diğerlerine nazaran biraz daha fazla severiz. Onlara karşı içten bir saygı duyarız. Davranışları hoşumuza gider, konuşmaları kalbimize iner. Aslında bunun “niçin”ini de sormaz ve onlarla bir arada olmayı arzularız. “Güzel ahlâk” diye bir şey vardır ki, elle tutulmaz, gözle görülmez; beş duyuyla algılanmaz; fakat ruhumuza öyle tesir bırakır ki, bizi kendisine bağlar.


İnsanın yaradılış gerçeğiyle tanışmasıdır, güzel ahlâk; söz ve davranışın kalıptan değil, kalpten yansımasıdır. O kalp ki, oraya Allah tecelli etmiştir ve insan onu, insanlığa yansıtma cehdi gösterebilmiştir. Güzel ahlâklı insan, söz ve davranışlarıyla her yere Rabbinin tecellisini götüren insandır. Güzel ahlâklı insan güneş gibidir, karanlıkları aydınlatır, ama yarasalar bundan gocunur; gülyağına yansıyınca güzel kokutur, ama pisliğin de pis kokusunu yayar durur. Güzel ahlâklı insan ayna gibidir, orada herkes kendini görür.


Güzel ahlâklı insan nasıl biridir?


Onları yürüyüşlerinden tanırız, vakarlı fakat yumuşak adımlarla yürürler. Kullukları adımlarına ve bakışlarına sinmiştir. Kaba, cahil insanlarla karşılaştıkları zaman onlara güzel sözler söylerler; zaten içlerinde kaba ve kötü söz barınamaz. Geceleri herkes uyurken onlar Rableri için ayakta dururlar ve insan kardeşlerinin hayrı için gözyaşı akıtırlar. Onlar müsrif de değildirler, cimri de değildirler. Her harcadıkları yerini bulur. Allah’ın yanında başka tanrılar edinmezler. Tevhidî bir anlayış bütün hayatlarını yönlendirir. Kimsenin onuruyla oynamazlar, güvenilir insanlardır. Onların yanına gittiğiniz zaman “Beni bozar, kusurumu herkesin önünde yüzüme çarpar” endişesi taşımazsınız. Yalan yere şehadet etmezler, faydasız işlerden sakınırlar.
Güzel ahlâklı insanlar, kendileri için sevdiklerini başkaları için de severler. Misafirlerine, komşularına, düşkünlere ikram ederler. Ya hayır konuşurlar yahut susarlar.


Onlar öyle bir sükûta bürünürler ki, o anda yanlarına yaklaştığınız zaman size sükûtlarıyla hikmet telkin ederler.
Varlıklara eziyet verecek tarzda sert bakışla bakmazlar, gözlerinde nice cennetler barındırırlar. Siz o gözlerde adeta ruhunuzu seyredersiniz.
Siz sevindiğiniz zaman sevinirler, üzüldüğünüz zaman, üzüntülerini anlarsınız.
Utangaçtırlar. Bir genç kızdan daha çok yüzleri kızarır, bir olay karşısında bakışları yere düşer.  Nefret ettirici değil, sevdiricidirler. Yüzleri daima mütebessimdir. Yüzlerinden cehennem zakkumu değil, cennet reyhanları dökülür. Onlara baktığınız zaman içiniz açılır, ferahlarsınız.


Güzel ahlâk sahibi insan size Rabbinizi hatırlatır. Onu gördüğünüz zaman ahiret aklınıza gelir, cenneti hayal edersiniz; çünkü o, dünyada bir yolcu gibidir, yürüyüşü Rabbinedir.


Neşeli ve tatlı sözlüdür. Kimseye haset etmez. Allah için sever, Allah için buğz eder. Allah için kızar, Allah için razı olur. Başkasının kötü huyundan şikâyet etmez, herkesin eziyetine katlanır, ama kimseye eziyet etmez. Başkasının kötü ahlâkından şikâyet etmenin aslında kötü bir ahlâk olduğunu bilir. Yani karanlığa küfretmez de mum yakar.
İsteyince yalnız Allah’tan ister. Kalbini yalnız O’na açar, mahlûkattan şikâyet etmez.

 

Allah dostlarından biri, bir gün bir yerden geçerken önlerine bir köpek çıktı ve silkelendi.  Adam, sıçrayan sulardan elbisesine bir şey değmemesi için eteklerini topladı ve geriye çekildi. Köpek hal diliyle dedi ki: "Eteğine benden bir damla değseydi, onu bir miktar su ile yıkar ve temiz hale getirirdin. Fakat eteklerini devşirip kendini benden pâk ve üstün görmekle içine düşürdüğün kiri hangi sulara temizletebilirsin?"


Gerçekten iş bu kadar inceyse -ki öyledir- evimizde, işyerinde, çevrede tutum ve davranışlarımıza dikkat etmek zorunda değil miyiz? Hayatımızın içinde o kadar sır var ki, eh onları bir bilebilsek! Dün bir çocuğu ağlattık; eşimizi incittik, komşunun hakkını gasp ettik… Kim bilir gönül dünyamızın kapısı, onların gözyaşlarıyla kapanmıştır? Eşimize yalan söylemeseydik, acaba hangi sırlarla tanışacaktık? Şu günahı işlemeseydik, ne nimetler bizi selâmlayacaktı?


Acaba, kötü davranışlarımızla kendi zindanımızı mı örmekteyiz? Fıtratımıza aykırı düşen her iş ve tutumumuz, düştüğümüz kuyuyu daha mı derinleştirmektedir?
Güzel insan olmak demek, herkesin yükünü çekmek ve fakat kimseye kendi yükünü çektirmemektir. Ne kadar zor bir iş! Cennet nimetlerini paylaşmak, Allah (cc)'ın Cemal’ini görmek kolay mıdır?


Kim halkın üzerindeki ağırlığı kaldırıyorsa, Hakk da onun ruhunu özgür kılar. Ruh, safiyetine kavuşunca yaratılmış olanları sever. Kim de mahlûku severse, o, Mutlak Sevgili'ye kavuşur.


Akıllı insan, zamanını en değerli olan şeye sarf eden değil midir? "Filan çok akıllı adam, muazzam bir iş kurmuş! Falanca zeki biri, geleceğini görüyor; parasını şu tarzda değerlendiriyor!" Bu sözleri hep duyarız. İyi de kurduğu iş helâl mi, haram mı; yaptığı şey Hakk'ın rızasına uygun mu, halka hizmet mi ediyor, zulüm mü? Yoksa cebinde parası, altında otosu; evleri-katları olan herkesi "muhterem" mi görüyoruz?
Bir insanda İslâmî kişilik gelişmemişse, o, dünyayı sadaka olarak dağıtsa, bunun ne anlamı vardır ki? Amerika "büyük" değil, biz kişiliğimizi kaybedip zillet çukuruna düşünce, onları yukarıda görüyoruz. Onlar, Kur'an'ın deyimiyle, "duvara yaslanmış kalaslar gibidir", ama o kalaslara uzanacak el olmayınca, öyle durup güneşleniyorlar, işte...


Müslüman; erginlik çağına ermeli, olgunlaşmalı ki, çevresindeki olumsuzlukları düzeltsin. Mevlâna Hazretleri; "Bir kız çocuğu büyüyüp çocuk doğuracak yaşa gelmedikçe, onun oyuncağı cansız bebektir" diyor. Demek ki, çocukça duygulardan kurtulmak için mânen erginlik çağına girmek gerekiyor.


Ahlâkî bozukluğumuz, içimizi cehenneme döndürmektedir. İçlerinde cehennemi taşıyanlar, cennet düşlerini nasıl görsünler ki?
Çevremize bakalım; bir kapkaççı çocuk; birileri, onun iç dünyasına ateş doldurmuştur, yaptığı şey ise, bu ateşi sağa sola saçmaktır.
Bir koca, eşini dövmektedir; içindeki cehennem kaynamıştır. Bir yönetici halkına zulmetmektedir; taşıdığı cehennem kudurmuştur! Sayın sayabildiğiniz kadar.
Yalancı emziklerle aldatıldığımız yetmiyor mu? Niçin kendimizden değil de, başkalarından iyilik, güzellik bekliyoruz? Niçin, kendi gündemimize başkasının kötülüğünü taşıyoruz da kendi iyiliğimizi taşımıyoruz? Zor olandan kaçmak basitliktir. Yoksa kendi medeniyetimizi, günübirlik, basit davranışlarla kurabileceğimizi mi sanıyoruz? Kendi medeniyetimizi kurmadıkça, başkalarının uygarlıklarında zindan hayatı yaşayacağımızı, yaşadığımızı bilmiyor muyuz? Ne acı şeydir bilmemek, ızdırap veriyor, kahrediyor insanı.