Sen şu halkı zincirsiz görme; çünkü bütün insanlar görünmez zincire vurulmuştur.
O zincir, onları kazanca, ava, madene, denize götürür. Cenab-ı Hakk: “ Biz, insanların boyunlarına birer ip bağladık. O ipi onların ahlâkından, huylarından meydana getirdik.” buyurdu.” ( Mevlâna, Mesnevi, C.3 )
Sokakta diri enerjisiyle yürüyen şu gence bakıyorum; yürüyüşü, bakışı, jest ve mimikleriyle şunu demeye çalışıyor:
“Ey kalabalıklar! Ben güçlüyüm ve özgürüm. Özgürlüğüme karışmak gibi bir tutum sergilemeyin, sizi pişman ederim.”
Zavallı genç! Boynundaki zincirleri göremiyor. Arzu ve isteklerinin kanlı elleri, ruhunun kalbini hançerledikçe o bağırıyor: “Ben özgürüm!”
Ya şu kadına ne demeli?
Caddede topuklarını yere vururken, vitrindeki camlarda sürekli bedenini seyreden şu kadın? Bir gün ruhunun silueti düşseydi o camlara, nasıl ve nereye kaçacağını şaşıracaktı.
Narsist (kendini beğenen) bakış ve duruşuyla hangi gönül yurdunu viran etmeye çıkmış acaba bugün de sokağa?
O da özgürlüğünü, feminen bayrakla nefs yurdunun en tepelerine dikmeye çalışıyor.
Zavallı kadın. Dillerde adın; ama gönülleri boşalttın, şehvet çukuruna akıttın. Çukurlarda hiç özgürlük mü olurmuş? Hangi putun tutsağı olduğunu bir bilsen!
Şu yöneticiyi görüyor musunuz?
Her şeyi kendinin yarattığını sanıyor. Öyle bir “egemen” bakışı var ki, o olmazsa dünya duracak, tufanlar yağacak insanların üzerine.
Makam sevdası zinciri onu nasıl yerlere gömüyor, insanlığını törpülüyor. Kanayan ruhunun kan izleri, güç kırbacından damla damla damlıyor. Sararan yüzüne bakın, kan kaybediyor, zavallı!
Ya şu zengin ve de şöhret sahibi?
Yanına yaklaşılmıyor, herkesi küçük görüyor. İçinin kuyuları cehennem kuyularından daha derin. “Özgürüm; çünkü param ve şöhretim var.” diye uluyor. Para ve şöhret zincirinin esiri, zavallı!
Mevlâna ne güzel diyor:
“İnsan zenginleşir de padişah gibi ekmek için çalışmaya ihtiyacı kalmazsa, artık şöhrete, ada, sana, şairlerin övgüsüne âşık olur.” (Mesnevi, C.3)
Özgürlük!
Ne muazzam, muhteşem, mübarek ve büyüleyici bir kavram!
Toprakta tohum özgür, çatlıyor ve ağaç oluyor, meyve veriyor. Gökyüzünde yağmur özgür, toprağa doğru koşuyor. Kalp özgür, kendi kurallarına göre çalışıyor, bize sormadan. Kalbi, dört bir yandan damarlar sarmış diye onu tutsak mı kabul edeceğiz?
Ey kendini gönül yurdunun Hakk damarından koparan insan! Ruhun enfarktüs geçiriyor, sen ise “özgürlük” adına eline makas alıp ruh damarlarını kesiyorsun. Zavallı insan!
“Marifet Yurdunda Kılavuz” adlı kitabında Konevi şöyle bir Hadis- şerif nakleder:
“O bir âlemdir (kabir). Onda zahir, bâtın (dış, iç); bâtın, zahir (iç, dış) olur. Hangi sıfat dünyada Âdemoğluna galip olmuş ise, o âlemde (kabirde) buna uygun suretler ortaya çıkar. Mesela muhabbet-i cah (makam sevgisi) galip olursa, kaplan suretinde; kuvvet-i şehvaniye (şehvet kuvveti, azgınlık) diğer kuvvetlere galip gelirse, domuz suretinde; kuvvet-i gazabiye (parçalayıcı kuvvet) galip ise, köpek veya yırtıcı hayvan şeklinde görünür.”
Her azgınlık, kötülük; her günah, aslında insanoğlu için tutsaklık zinciridir, bazılarında bu zincir çok uzundur, bazılarında kısa. Özgürlük, ruh ülkesinin vatandaşı olanlara verilen bir armağandır ki bu, iman ve güzel işlerle kazanılır.
Hz. Ali : “Akıllı, bir şeyi lâyık olduğu yere koyandır.” dedi; cahili anlat, dediler; dedi ki, “ Anlattım ya!”
Senin lâyık olduğun yer neresi? Onu bilir ve bulursan, işte o zaman özgürlüğüne kavuşursun.
İnsan kendini bilmeli, tanımalıdır. Kendini bilenin bilgisi ışık gibidir, her yanı aydınlatır. Kendini bilmeyenin bilgisi ise, ateş gibi yakıcıdır. Dünyayı ateşe verenler dağdaki çobanlar değil, üniversiteler bitirmiş kimselerdir. “Okumaktan mâna ne, kişi Hakk’ı bilmektir.” demiyor mu, Yunus?
Bir insanda Ahiret inancı yoksa onun hiçbir şekilde tutsaklıktan kurtulması mümkün değildir; çünkü özgürlük, sonsuzluk ülkesinin nazenin çocuğudur.
İbn-i Ataullah İskenderi şöyle der:
“Hakk Teala Ahiret’i, mümin kullarını ödüllendirmeye uygun bir yer olarak yaratmıştır. Bunun da sebebi; O’nun kullarına vereceği şeylerin bu dünyaya sığmaması ile sonu olmayan bir âlemde onların yaptıklarına karşılık vermeyi kullarının değer ve kıymetine daha uygun bulmuştur.”
Ey ruhuyla kavgalı olan insan! Kimin tutsağı olduğunu biliyor musun?
Dünya hep senin olsa, o dünyanın kendi ruhuna dar geleceğini ve sen orada bukağılara vurulmuş zavallı bir esir konumunda bulunacağının farkında mısın?
Özgürlük, ruhunu kalıba dökebildiğin yerde vardır. Asıl vatan da orasıdır. Ölümün olduğu dünyada özgürlükten dem vuruyorsun! Vah vah ki ne vah!
Kul ol, O’na esir ol ve özgür ol!