Memlekete gelirken yanıma birçok kitap aldım. Bunlardan biri de Ali Ulvi Kurucunun Hatıraları oldu. Üç ciltlik bu eserin birinci cildini okudum. Travmanın sıkça konuşulduğu şu günlerde kitap, adeta kılavuzluk görevi yaptı bana.
Kitabı özetlemek niyetinde değilim. Tanıtmak da değil amacım. 20. yüzyıla tanıklık yapan bu kitaptan yola çıkarak ve bazı alıntılar da yaparak düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
O dönem! Sükutun hançer gibi yürekleri deldiği zamanlar!.. Konya merkezli olaylara tanık oluyoruz. Bütün Anadoluda devrimler yaşanıyor. Şapka inkılabı, harf inkılabı, ezanın Türkçeleştirilmesi, takvimler, ölçüler
Her şey değişiyor, hayat değişiyor ve millet, yeni bir istikamete doğru sürükleniyor.
Evler basılıyor, kitaplar derdest ediliyor, Kuran okuyanlar, okutanlar takibe uğruyor, kodese tıkılıyor; velhasıl milletin ağzını bıçak açmıyor. Sürgünler, savrulmalar, hüzünler
Ali Ulvi Kurucunun dedesi Hacı Veyis Efendi, evlatlarını topluyor ve evlerindeki kitapların hangilerini gizleyeceklerini konuşuyorlar. Hacı Veyis Efendi şunları söylüyor:
Çocuklar, Kuranın, zikrullahın yasak edildiği bir memlekette, kütüphanede hangi kitap kalır? Öyleyse, evden, Kurana kadar hepsini kaldırıp kurtulalım!
Bu satırları okurken rahmetli hafız babamın anlattıkları gözümün önünde canlanıverdi. O da o zamanlar hıfzını yapmış. Rahmetli babamın çileleri, ızdırapları bir roman konusu aslında. Bazı zamanlar evladım diye söze başlar, ama sonunu getiremez, gözyaşlarına boğulurdu. Oğlum, Kuranı Kerimi göğsüme bastırarak hocama gidemedim. Ondan sayfalar koparır, göğsümüzde saklar ve gizlice hocama gider, dersimi verirdim. Oğul, bu göğüs, Kuran ayetlerinin iniltilerine az mı şahitlik etmiştir!
Kimseler görmesin diye, kızılağaca verilmiş siyah üzüm asmasından üzüm toplamak bahanesiyle, ağaçta Kuran okuyuşunu ironik bir dille anlatırken tam bir travmatik olguyla karşı karşıya olurdunuz.
Hatıraları okurken, Ağaç okulun öğrencisi olan babamı rahmetle ve hüzünle andım.
Kitap, yakın tarihimize ışık tutuyor. 1930 yılında, Atatürkün yakın arkadaşlarından Fethi Okyar Beyin kurduğu Serbest Fırka hakkında, Ali Ulvi Beyin babasının hükmü ne kadar da günümüze benziyor:
Fethi Bey kazansa bile, partisine iktidarı verecekleri kanaatinde değilim. Bununla milletin nabzı yoklanıyor. Nitekim öyle de oldu; Serbest Fırka kısa sürede kapatıldı.
Zaman zaman eve gazeteler gelir ve memleketin gidişatı izlenir. Bir gün Falih Rıfkının (Atay) bir makalesini okurlar. Falih Rıfkı şöyle yazıyor: Ankarada yeni yapılan Çankayada mabet yoktur. Burası tarihte mabetsiz kurulan ilk şehirdir. diyor ve bu durumu övüyor.
Kurucu ailesinin ortak kanaati şöyle oluyor: Bu millet, din bağı koparsa, nasıl bir araya gelir, ne iş yapabilir? Mabedini kaybeden millet ruhunu kaybeder, her şeyini kaybeder
Ali Ulvi Bey, dedesi Hacı Veyis Efendiden, babasından uzun uzun söz eder; fakat amcası Hacı Veyiszadenin yeri onun için başkadır. O, Hakkta yok olmuş ve halkın arasına yokluğuyla karışmış bir önderdir, yoğurucudur.
Amcası Hacı Veyiszadenin, Hülasatül Beyan tefsirinin yazarı, Evkaf Vekili Konyalı Mehmet Vehbi Efendiye dargın olduğunu yazar. Vehbi Efendinin halka karşı soğuk ve uzak duruşundan, oğullarının ticaretle meşguliyetinden, zenginliğinden söz eder. Vehbi Efendinin bir oğlu da Konya CHP il başkanıdır. Vehbi Efendi de almış olduğu milletvekilliği emekli maaşıyla evinden dükkâna gider, yolda halka selam vermez, kimseyle konuşmaz; dükkânında nargilesini tüttürür. İnönü Konyaya gelince de oğlunun evinde ağırlar. Bütün derdi Aman hükümet darılmasın!mış. Bu nedenle halkın üzerinde bir tesiri yokmuş.
Hacı Veyiszadenin hayata bakışı ise şöyledir: Büyüklerin zaten malları yok, bir tek canları var. Canları da cananları için kurban. Oğlum, bugünün kerameti hizmettir. diyor ve hayatın tam ortasına koşuyor.
1950 sonrasında Konyaya Cemil Keleşoğlu adında bir vali geliyor. Vali, bir verem hastanesi yaptırmak için Ankaraya Başbakan Menderesin yanına gidiyor, fakat olumsuz cevap alıyor. Bunun üzerine Konya belediye başkanı, valiye, bu işin ancak Hacı Veyiszade tarafından yapılacağını söylüyor. Vali şaşkın, fakat durum Hacı Veyiszadeye aktarılıyor.
Hacı Veyiszade köy köy, harman harman dolaşıyor, ürün, harman topluyor ve halk da büyük bir coşkuyla ona yardımcı oluyor ve hastane yapılıyor. Vali olan biteni görünce şunları söylüyor: Bu hükümetleri Allah çarpar. Yahu devletin göremeyeceği işi hoca görüyor. Ama bu hocalar senelerce polis takibi altında eziliyorlar. Yahu bu hükümetler Allaha nasıl hesap verecekler?
Demokrat Parti milletvekili Atıf Benderlioğlunun, Menderesle ilgili hatırası ibret vericidir: Bir Kadir gecesi İstanbuldayız. Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve beni de arabasına alarak Fatih Camiine götürdü. Teravih kılınmış, millet vaazı dinliyor. Cemaat dışarı taşmış. Menderes şunları söylüyor: Arkadaşlar, bu millet, bu mübarek geceyi nerede ve ne şekilde geçirir, görün diye sizi buraya getirdim. Bu manzara bu milletin ruhunun aynasıdır. Hicranım nedir arkadaşlar, biliyor musunuz? Bu kalabalığın içine girememektir! Böyle arabanın içinden seyretmek çok acıdır! Bizler, milletten kopmuşuz, onun kalbine girememişiz. Kafesteki kuş gibi çırpınıyoruz. Halimiz budur
Bunun travma olup olmadığına siz değerli okurlarım karar versin.