Yirmi yıla yakındır sürekli yazı yazan bir insanım. Saygıdeğer okuyucularım çok iyi bilirler ki, mahalli konularda çok az yazan bir tutumum var. Genellikle dünya ve ülke meseleleriyle ilgili yazılar yazarım. Ancak bazen öylesi enteresan durumlara şahit oluyoruz ki, mahalli da olsa birkaç satır yazmaya insan kendisini mahkûm hissediyor. Bugünkü yazımı böyle bir konuya ayırdım.
Çaykur bu ülkenin en önemli ve bölgemizin en büyük kurumlarından bir tanesidir. Yüzlerce iş alanı ve on binlerce çalışanı vardır. Memleketimizin yetiştirmiş olduğu birçok elit insanımız bu kurumda görev yapmaktadır. Bu sebeple Çay-Kur bölgemizin bir nevi yetişmiş insan deposudur. Kurumun kirli siyasetten uzak tutulması bu insanlardan daha çok kurumun yararınadır. Birlik ve dayanışma olan yerde üretim olur. Siyasete alet edilen bütün kurumların iflasa sürüklendiklerini ve ülkenin iflasa sürüklenmiş kurumlar çöplüğüne döndüğüne dair de tecrübelerimiz var. Her nedense Çay- Kurda birileri veya bazı kimseler, Kurum çalışanlarının huzurunu bozacak, motivasyon ve dayanışmalarını sarsacak hesaplar içerisindeler.
Başta Sayın Genel Müdür olmak üzere bu insanlarla Allah şahittir ve kendileri de bilirler ki hepsiyle bir gönül akrabalığımız ve karşılıklı sarsılmaz bir muhabbetimiz de vardır. Dost da olsak bizim görevimiz ilgilileri uyarmaktır. Her duyduğumuza kulak asmadık, bize bir şekilde gelen yakınmaları dinledik ama yazı konusu yapmamak için özel bir gayret içerisinde de olduk. Bu sebeplerle uzun zamandan beri bazı olumsuzluklarla ilgili düşüncelerimizi yazıp yazmama konusunda bir hayli zorluk çektim. Kulağımıza gelen durumlarla ilgili yazıp yazmama konusunda da uzun bir süre kararsızlık yaşadım ve nihayetinde konuyu bugün köşeme taşımaya karar verdim.
Bize gelen duyumlara göre son yıllarda Çay- kur denilen bu kurum; kurumda görev yapmakta olan birçok çalışan nezdinde resmen bir korku imparatorluğuna döndürülmüş şeklindedir. Kurumun ciddi manada siyasete kurban edildiğini, insanların siyasi eğilimlerine göre takibe alındıklarını ve muamele gördüklerini dillendirenler bir hayli fazla. Böylesi bir fotoğrafın varlığını seslendirenlerin rahatsızlıklarını ilgili arkadaşlarımızın bilmemesi mümkün değildir. Söz konusu rahatsızlıkları bildikleri halde bu duruma ilgililerin rıza göstermesinin sebebini sorgulamak her vatandaş gibi bizim de hakkımız olsa gerek. Hiçbir arkadaşımızın kırılmaya, darılmaya da hakkı yoktur.
Elbette her iktidar kendi kadrolarıyla çalışır, bunu bir ölçüde anlarız. Ancak kendi yandaşı olmayan insanları değnekle kovalamaya veya baskı altında tutmaya hiçbir yetkilinin hakkı yoktur ve olamaz da. İktidar yanlısı olmayan insanların en doğal hakları olan statü haklarını kullanmaktan korkmaları, liyakat haklarına zarar gelir diye endişe ve korku içerisinde görevlerini sürdürmeleri kabul edilebilir bir durum değildir. Benim bu iddialarım elbette yalnız siyasi mülahazalarla veya sırf iktidara muhalefet olsun diye ortaya atılan iddialar değillerdir. Biz farklı bir siyası görüşe sahip olsak da yine de doğruları alkışlamayı bir erdem olarak biliriz.
Sayın Genel Müdüre ve birçok üst düzey arkadaşımıza beslediğim derin ve tartışılmaz muhabbetimi herkes bilir ve bunu burada da tekrar açık yüreklilikle ikrar ettim. Hepsinin de güzel insanlar olduklarına dair kanaatlerimi muhafaza ediyorum. Memleketimizin yetiştirmiş olduğu birçok seçkin bürokrat bu kurumda görev yapmakta ve memlekete hizmet için yıllarını bu kuruma ve insanımıza vermişlerdir. Bizim bu insanlara saygının ötesinde başka hiçbir önyargımız asla olamaz. Söz konusu Kurumda çalışan üst düzey arkadaşlardan tanımadığım kimse yoktur desem pek de yalan söylemiş olmam. Biz de bu topraklarda yetişip büyüdük ve bir şekilde bu güzel insanlarla değişik platformlarda birlikte olduk.
Ancak gelin görün ki, bu insanlar şu son on yıl içerisinde sanki bilinmez bir güç tarafından yörünge değiştirmeye zorlanmışlar gibi bir görüntü var ortada. Ya yandaş olursun, ya susarsın veya teslim olursun mantığı bir kâbus gibi çokmuş insanların üzerine.
Tarafsızlığından zerre kadara şüphe duymayacağım, başta Sayın Genel Müdürümüzün ve yakın mesai arkadaşlarının, diğer insanların siyasi duruşlarından dolayı o insanların liyakat haklarıyla oynayacak kadar yanlış ve yakışıksız bir tavır içerisinde olabileceklerine de en azından şimdilik inanmak istemem.
Ancak, durum hiç de benim zannettiğim gibi değilmiş ve herkes ayıp denecek ölçülerde psikolojik bir baskı altında görevlerini yapmaya zorlandıkları hakkında bir kanaat bütün dünyamı kuşatılmış bulunuyor. Söz konusu bu kanatın beni kuşatmasına sebep teşkil eden ve ciddi manada hem kurum, hem de insanımız adına beni inciten bir durumdan bahsetmek istiyorum.
Durum şu; Ortadoğu Gazetesi genellikle Türk Milliyetçilerinin okudukları bir Gazetedir. Tıpkı Zaman, Milliyet, Hürriyet, Yeni şafak, Star gibi bu ülke insanına hitap eden bir Gazetedir. Kısa bir süre önce bu Gazetenin il temsilciliğini üstlendim. Tanıdık arkadaşlarımı Gazeteye abone ederek gazetemizin elden dağıtımını yapmayı düşündüm. Bu sebeple de kurumda çalışan ve tanıdığım dostlarımla irtibata geçtim. Gazeteye abone yapma teklifimi yapınca bütün arkadaşlarım da aynı ve ortak bir kaygıya şahit oldum. Biz Ortadoğu Gazetesini kurum içerisinde açıktan okursak başımıza nelerin gelebileceğini düşünmek bile istemeyiz diyen bir çalışana rastladım. Hayret ettim ve birçok dostuma da o zaman sizlerde teslim olun diye de sitemler de bulundum.
Bu çirkin fotoğraf karşısında elbette sitemimin ana hedefinde elinde korku değneği alıp gezenlerden daha çok arkadaşlarımın söz konusu değnekçiler karşısında sergiledikleri korkaklıktı. Üzüntüm, kurumun yöneticilerinden veya bu havanın oluşmasına sebep teşkil eden iktidarın olası katı tutumundan daha çok benim arkadaş olarak yıllardan beri tanıdığım insanların teslimiyet ve sindirme psikolojisine yenik düşmüş olmalarınaydı. Nasıl olurdu da insanlar böylesine korkutulmuş veya sindirilmiş olabilirdi? Hangi çağda ve hangi ülkede yaşıyordu bu insanlar Allah aşkına. Üstün demokrasi denen meret bu muydu yoksa? Bu nasıl bir yönetim tarzı veya havasıydı? Bu memlekette özgürlükler bu derecede nasıl katledilebilirdi? Bu insanları böylesine korkutan ve çekingen kılan anlayış nasıl bir anlayıştı? Biz bu anlayışı asla tasvip edemeyiz ve sonuna kadar da bu konunun takipçisi oluruz.
Acaba başka kurumlarda da durum aynı mıydı? Eğer benzer bir durum varsa bu durumlardan ülkeyi yönetenlerin haberleri hiç mi olmamıştı? Manzara çok çirkin ve kaygı vericiydi. Bahse konu kurum içerisinde dolaylı tehditler veya korku değneği göstermeler iktidar yanlısı sendikanın rakibi olan başka bir sendikanın üyelerine, imalat işçilerine kadar indirgenmiş ise bu çok mide bulandırıcı bir durumdu. Açıkça söylüyorum, şahit olduğum bu eziklik ve sindirilmişlik psikolojisi ülkemin ve insanımın geleceği hakkında beni isyan derecesin de rahatsız etti ve durumu bu yazımda konu etmeme sebep teşkil etti.
Buradan bütün ilgililere ve çalışanlara sesleniyorum. Bu fotoğraf ne kuruma, ne kurumun başında bulunan insanlara ne de kurum çalışanlarına hiç yakışmadı ve yakışmıyor. Özellikle dava adamı diye bildiğimiz insanlara ise bu teslimiyet hiç ama hiç yakışmadı. Sitemim ortada ve herkes payına düşeni alabilir. Benim bildiğim şekliyle demokrasi insan onuruna saygıdır. Bunun olmadığı yerde hiçbir şey hiçbir anlam ifade etmez ve kimse de demokrasiden veya demokratlıktan bahsedemez.
Son söz olarak Çaykur’daki varsa bu değnekçilere sesleniyorum. Lütfen kendinize gelin, haddinizi aşmayın ve çalışanlarınıza karşı saygılı olun. Rize insanı değnekle kovalanacak veya sürü psikolojisiyle güdülecek zavallı ve hakkını arayamayacak insanlar değildir. Bugünler geçicidir ve bu dünya fanıdır. En büyük kul hakkı insanların statü haklarına yapılan müdahaledir. Biz bu yanlışın acılarını yetmiş senedir çektik ve bundan sonra çekmek istemiyoruz.