CHP muhafazakâr olmak zorunda (mı)dır?

D. Ali TAŞÇI

Önce “muhafazakârlık” kavramını açıklığa kavuşturalım. Muhafazakârlık, kurulu düzeni korumak, statükodan yana tavır koymaktır.
Türkiye’nin sistemi, düzeni nedir? Cumhuriyet. Cumhuriyet’i kim kurdu? Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi). Öyleyse, CHP’nin kendi kurmuş olduğu bir oluşumu, sistemi, rejimi korumak, onu muhafaza etmekten daha doğal bir tutum ve davranışı olabilir mi? CHP, kendi tarihinin nöbetçisi durumundadır ve kurduğu Cumhuriyet’i korumak, onu muhafaza etmek tarihi görevidir. Aksi, kendi kendini inkâr olur.
Hatırlayalım, “Kurtuluş Savaşı” sonrasında Büyük Millet Meclisi toplandı. İçinde, her bölgede Kurtuluş Savaşı’na katkıda bulunan, öncülük eden, başta din adamları olmak üzere, farklı fikirlerde çok sayıda insan vardı. Birinci Meclis’te henüz bir partileşme olmadığından, herkes kendi hür fikrini çekinmeden söyleyebiliyordu ve o çok özgür bir meclisti. Ne var ki, Cumhuriyet’i bu meclis değil, atanan ikinci meclis kurdu. İkinci meclis, muhalefetsiz bir meclistir. Kâzım Karabekir ve arkadaşları tarafından kurulan “ Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası” da kapatılıp, kurucuları takibata uğrayınca, artık 1946’ya kadar tek parti hegemonyası devam eder.
Cumhuriyet’ten önce bir Osmanlı Devleti vardı ve bu devlet Hilafet ve Saltanat kuralları içinde yönetiliyordu. Ulusal değil, evrensel değerleri önceleyen bir yapıya sahipti. Cumhuriyet, Hilafet ve Saltanat’ı yıkarak yeni rejimin adı olarak ortaya çıktı. Bunların hepsi tarihi gerçek olarak ortada durmaktadır.
Ne var ki, bir nehir gibi akıp gelen toplumsal gelişimlerin önünde, Türk siyasi hayatındaki “statükoculuk,” baraj oluşturabilecek yapıda ve güçte değildi. CHP, kendi kurduğu bir sistemi muhafaza etmekten kaçınamazdı, adeta buna mahkûmdü. Kendi içinde evrimleşemedi, çağı okumakta zorlandı; hatta öyle bir niyeti de olmadı. “İnkılapçılık” diyordu, ama onu gerçekleştirdikten sonra tamamen içine kapandı. Sürekli gelişim zordu ve onu izlemekse çok büyük bir enerji istiyordu. Oysa CHP bu enerjiden yoksundu, çünkü tarihi köklerden uzaktı ve en önemlisi, metafiziksel bir gücü yoktu.
Düşünüyorum da acaba, kendisini “Altı ok”la sınırlandırması mı onu bu sürekli gelişim enerjisinden uzak kılmıştı? “Altı ok” bir “devrim”i gerçekleştirirken, diğer yandan da bir “statüko”nun devamı mı oldu? Gelişen sürece karşı direnmesine ve çağın gerisine düşmesine mi neden oldu? İnsanlar, yüzyıllar sonrasının gelişimini hesaba katarak, yüz yıl öncesinden mutlak olarak kendilerini bağlayacak “ilke”ler saptayabilirler miydi? Bu, insan ve toplum psikolojisine, sosyolojik gelişime ne kadar uygun düşerdi? Newton fiziği, kendi zamanında gözdeydi, ama bir Einstein geldi, onu yerle bir etmedi mi?
Evet, CHP kendi içinde evrimleşemedi, gelişemedi. Hâlâ elli yıllar öncesinin rüyasını görmekte ve bir türlü de geçkin uykulardan uyanamamaktadır. Çağın gelişim sürecini okumaktan acizdir ve sıkıntısının temelinde de bu yatmaktadır. Toplumun dinamiklerine ayak uyduramadığı için de onlarla çatışmaktan kurtulamamıştır. “Muhafazakârlık” onun daima ayak bağı olmuştur.
Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, “Bu memlekete Komünizm gelecekse, onu da biz getiririz.” deyişinde, bu sahip olma, statükoyu koruma, açılımında “halk” olmasına rağmen halka güvenmeme duygusu yatmamakta mıdır? ( O zamanki valiler, aynı zamanda CHP il başkanları, kaymakamlar da ilçe başkanlarıdır.)
Bilim ve teknoloji alabildiğine gelişiyor, dünya değişiyor; ama CHP kendi “altı ok”unun içinde adeta sıkışıp kalıyor. Kurduğu sistem, Batı’nın birkaç rejiminden mülhem olmasına rağmen, Batı’nın kendi içinde yaptığı atılımı yapamaması, onun mazisindeki büyük ve derin bir geleneğin nefesini daima ensesinde hissetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle elinde tuttuğuna “tabu” gibi sarılması, onun vazgeçilmez yönelişi olmaktadır. CHP’nin enerjisini her zaman kendi içindeki muhalefete doğru yönlendirmesini bu korku tüneli ile okumak gerekir. CHP, kendini her ne kadar başka türlü nitelese de, o bir korku partisidir.
Dünyadaki devrimlerin gerçekleştiği ülkelerden hiçbiri, Hilafet geleneğini de içine alan Osmanlı Devleti gibi çok güçlü bir geçmişe sahip değildir. Daha da önemlisi, toplumları “millet” yapan bir metafiziksel geleneğe de sahip olmayan CHP’nin geçmişten korkması, sürekli “irtica”ya sığınması, onun kaçınılmaz kaderi gibi algılanmaktadır. Kaçtığı geçmişe “irtica” derken, kendi statükosuna sarılması, onun iflah olmaz paradoksudur. Ne hazindir ki, bir geçmişten kaçarken, bir başka geçmişin duvarları arasında sıkışıp kalmıştır.
CHP’nin hiçbir zaman millet iradesiyle iktidar olamayışı, onun, toplumun metafiziksel eğilimini kaale almayışından kaynaklanmaktadır. Alevilerin CHP’yi tarihi boyunca desteklemelerini ekonomik olarak izah etmek, tarihi ve bilimsel verilere aykırı olur. Öte yandan bir “dindar” insanın da CHP’ye oy vermeyişini yine ekonomik verilerle açıklamak yanlıştır.
Açılımında “halk” bulunan, fakat tarihi içerisinde halkın pek içine giremediği CHP, ya bu milletin bütün değerleriyle barışacak, ya da muhafazakâr, statükoya mahküm marjinal bir parti olarak kalacaktır.
Muhafazakârlık, tarihin akışı içinde hiçbir zaman gözde olmamış, uzun vadeli başarı sağlayamamıştır; çünkü gelişimi okuyamamıştır. CHP’nin son açılımı (çarşaf, K.kursu), tarihin akışına karşı kerhen el sallamaktır.
Bu toplumun yapısına göre CHP’nin en büyük eksikliği, onun metafizik bir ürpertiye sahip olamayışıdır. Oysa biliyoruz ki bu toplum, bin yıldan bu yana metafizik ürpertiyle ayaktadır. Küçük bir örnek; şehitlik kavramıdır. Şehitlik, öte vatana izzet içinde koşarken, kara toprağı vatana dönüştürme niyeti ve hareketidir. Burada metafizik yoksa, hangi insan toprak için ölür ki? ( Unutmayalım, her ideolojinin kendine göre bir “öte”si vardır.)
CHP düş göremedi, hayal kuramadı ve statükonun içinde kaldı. Bunu aşarsa, bu milletin partisi olabilir.