Tarihi, tarihi yaşayanların anılarını dinleyerek öğrenmeye çalışırsanız, geçmiş dönemler daha canlı olarak zihninizde yer eder. Ben de öyle yapacağım ve 1940’lı yıllarda Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayanlardan dinlediklerimden birkaç örnek sunmaya çalışacağım.
1940’lı yıllar, İkinci Dünya Savaşı yılları. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde “kıtlık yılları” olarak anılır. O dönemi yaşayanlardan birçok “yaşanmışlıklar” dinledim, hepsi dramatik, acı yüklü.
Rahmetli babaannemden dinlediklerimden birkaç örnek sunayım:
“Evladım o dönemi hatırladıkça genzim acıyor, gözlerim doluyor. Dört tane çocukla dul kaldım. Elde avuçta hiçbir şey yok. Mısır ektiğimiz bahçeleri de fırtına, rüzgâr talan eylemiş. Çocuklarım açlıktan ölmesin diye ben ne acılar çektim, ne acılar. Büyük oğlum henüz on beş yaşlarında ve onu dayısının yanına vererek ormanda ağaç yontmaya gönderdim. Yevmiye elli kuruş. Haftada bir geliyor ve birkaç kilo mısır alıyoruz onun kazandıklarıyla, ama mısır da yok ki. Evimizin önünde dut ağaçları vardı, o sene dut ağaçlarında bir tane yaprak bırakmadık, hepsini yedik bitirdik, ekmek niyetine!
Bir gün bir ekmek yapacak kadar mısır bulduk ve onunla ekmek yaptık. Çocuklarımla evimizin kapısını kapatarak ekmekle birlikte taze fasulye yiyoruz. Birden kapı çalındı, tanıdık bir ses; komşu kadın Resmiye’nin sesi: “Çocuğum sarardı, açlıktan ölüyor, bir parça ekmek, Allah rızası için!” diyor ve hıçkırıyordu. Yediklerimiz boğazımızda düğümlendi, kapıyı açtık ve ona bir parça ekmek verdik. Çocukları ölenler, açlıktan şişerek hayatı terk edenler çoktu.”
Babam anlatı:
“Sene 1942. Puro tütünü yaptık (Pazar purosu meşhurdu) ve onu kasabaya denk yaparak indirdik. On kilometre yolu, sırtımızda 40- 50 kiloluk tütün denklerini imece yaparak kasabaya indiriyoruz. İmeceye koşarak geliyor köyün kadınları; neden mi? Bir somun ekmek alacak, tütün sahibi diye. Rahmetli annem mısır unundan bir parça ekmeği bir beze sararak bana veriyor; aç kalınca yerim diye. Fırında ekmek bulsan bile karne ile veriliyor; ya da şehrin “ağa”larından torpil yapman gerekiyor. Tütün denklerini satış yapılan yerin yanına koydum ve annemin sarıp sarmaladığı ekmeği yemek için bir tenha yere gittim. Ekmeği, üzerimdeki entariden çıkarırken bir yaşlı adam arkamda belirdi ve bana:
“Delikanlı, biliyorum sende ekmek var; üç gündür boğazımdan aşağı ekmek inmedi. Senden bu yaşlı amcanın ayakta kalabilmesi için bir dilim ekmek istiyorum; Allah rızası için!”
Elim adeta donup kaldı, gözlerim doldu, adamcağızın ayakta duracak hali yoktu. Ekmeğimin yarısını ona verim, oturdu toprağın üzerine ve gözyaşı döke döke ekmeğini yedi.”
Bir diğer yaşlı amca:
“Buğday yok değildi; silolar buğday doluydu, ama belediye başkanı, diğer yetkililer silolardaki buğdayları orada çürüttüler de halka dağıtmadılar, denize döktüler. Köylü açlıkla terbiye edilirmiş!”
Bakkal anlatmıştı; “Eski Belediye Başkanı’nın (CHP’Lİ) hanımı bir gün bakkala geldi. Eski bir kaşar peyniri de vardı bakkalda. Başkanın hanımı sordu: “Bu kaşarı kime satıyorsun, kim yiyor?” “Kim alırsa ona.” dedim. “Şaşırıp kaldı ve “Bunları biz yiyorduk, şimdi köylüler de yemeye başladı demek, vah başımıza gelenler!” diye diye yürüdü gitti.” (1950’li yılların başı)
Köyümüzün bir halk şairi vardı, Osman Çiçek. Demokrat Parti iktidara gelince buğday ekmeği ile millet doyunca şöyle seslenmişti:
“Mısırı arar iken buğday geldi kapıya
Allah selamet vesin Demirkırat Partiye.”
Sadece midelerin aç bırakılması değil, CHP döneminde ruhlara da büyük zulümler yapıldı. Dönemi yaşayanlar bizzat anlatıyor:
“Camimizin minaresi yoktu; onun yerine dut ağacına merdiven basamakları çakılmış ve oradan ağaca çıkılarak ezan okunuyordu. Ezanlar Türkçe okunduğu için, hocamız da ezanı boğazında boğarak aslı ile okur, Türkçe okumazdı. Nasıl oldu anlayamadık, bir ikindi vakti hocamız ezan okurken iki jandarma altta belirdi. Biz korkudan küçük dilimizi yutar hale geldik. Hoca dut ağacından iner inmez onu sorguya çektiler ve ellerine kelepçe takarak on kilometre mesafedeki kasabaya doğru yöneldiler. Hocamın elleri kelepçeli olarak bana söylediği sözü unutamıyorum:
“Evladım, bu yolun sonu ve dönüşü yok. Gidiyorum, çocuklarım evde açlıktan ölmesinler, sen köyden biraz mısır topla da onlara ver, un yapıp yesinler. Yavrularıma da selam söyle, babanız Allah yolunda gitti deyin!”
Sonra hocam ertesi gün eve geldi ve dedi:
“Karakol komutanı hafızmış. Jandarmaları biraz azarladıktan sonra bana dönerek şunları söyledi: “Hocam, ben de hafızım, ama durum bu. Ben olmasaydım seni direkt olarak İstiklal Mahkemelerine göndereceklerdi ve bir daha evine dönmen mümkün olmayacaktı. Aman hocam, bir daha ezanı Arapça okuma!”
“CHP niçin iktidar olamıyor?”
Okullardaki tarih kitaplarını tamamen değiştirerek “masal” gibi yazdılar, zihinleri bulandırdılar, yeni bir zihniyet oluşturmaya çalıştılar; fakat hakikatlerin engel tanımayacağını bilemediler. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında, yüz yıllık tarihin gerçeklere uygun olarak yeniden yazılması ve çocuklarımıza sunulması en büyük zihniyet devrimi olacaktır. Bu hükümetin yapacak olduğu en büyük hizmet de bu olacaktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci