Seçim bir davettir; sana bir dünya sunulur ve seni bu dünyanın bir destekçisi olarak davet ederler. Sen de bilgi ve becerilerine göre, hayat tarzına, inanç ve değerlerine göre sana sunulan bu dünyaların birini kabul eder ve onu seçersin. Seçtiğin, iktidar olduğunda, onun yapacak olduğu tüm işlerde artık senin de payın vardır ve bundan da kaçışın yoktur.
Biz Müslümanız. Birilerinin alengirli, nefsi ilahlaştıran dünyaları bizi ilgilendirmez. Birilerinin, sonunu düşünmeden, hesaplamadan, hatta hiç böyle bir inanç taşımadan bizleri davet ettikleri nefsi emmare imparatorluğuna itibar etmemiz söz konusu olamaz.
Faniyiz; ölümlü dünyada yaşıyoruz. Önemli sorularımız vardır:
Davet edildiğimiz yerin ahiret endişeleri var mıdır? Ben öldükten sonra, inandığım sonsuzluk âlemiyle bir ilişkileri söz konusu mudur? Yoksa “din başka, dünya başka” diye, birden çok tanrılı bir inancı mı benimsemektedirler? “Hava, su başka; insan başka; insan havasız, susuz yaşayabilir mi diyorlar?” “Din” denilince, “bir kenarda kalmış, eskimiş, hükmü geçmeyen, zavallıların inandığı, çağdışı bir anlayış” olarak mı onu algılıyorlar? Seçim yaklaştığında, inançlarımı da alaya alırcasına, yapmadıklarını söyleyen münafık tipler mi benim önderim, liderim olacak? Müslüman, yarınını, sonsuzluğunu düşünen insan değil midir?..
İhtiyat (tedbirli ve ölçülü davranmak) ona derler ki, seni davet ettiklerinde, “Bunlar beni seviyor ve istiyor, bunlar çok nazik ve kibar, bunlar memleketi uçuracaklar!” gibi temelsiz sözlere kanmayasın. Davetleri, kuşlara çalınan ıslık gibidir; avcı pusuda gizlidir de kuş gibi öter durur. Önüne de, “Seslenen, öten, çağıran budur.” zannını vermek için bir ölü kuş koymuş! Seni, senden birisine duyduğun dostluk ve merhamet duygunla yakalayacak!
Kuşlar, onu kendi cinslerinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer. Ancak, Allah hangi kuşa ihtiyat (tedbir) duygusu vermişse o kuş, o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez ve avcının tuzağına tutulmaz.
Yüz yıllık mağara hayatımız artık bitmelidir. Yaklaşık yüz yıl önce mağaraya inmek zorunda kalan/ bırakılan Müslümanlar, mağaradan çıktıklarında önce güneşin saldırısına uğradılar ve gözleri kamaştı; karşılarında duranları net göremediler, hayatı flü olarak algıladılar. Bu durumda tedbiri elden kaçırdıkları çok dönem oldu ve aldanmışlığın kurbanı oldular.
Tuzağın arkasındaki avcının kuş gibi ötüp Müslümanları avlama süreci artık tarihe karışmalıdır. Hele tuzağın önüne canlı canlı kuş konup onun öttürülmesi ve ardından “bu bizden” tuzağına/aldanışına asla düşülmemelidir. Ya da tuzağın önüne ölü kuş (dünyalık) konup, ölü seviciler (nekrofiliya) gibi nefsimiz tahrik olmamalıdır.
Çayırlıkta bir kuyruk görüldü mü, bu pusu ve avcının varlığına işarettir. Sende onu gören göz yoksa “feraset” denen derin görüşten uzaksın ve av hükmündesin.
Yaklaşık bir asırdır “ölü kuş, tuzağın üzerine konan buğday tanesi, kuyruk gibi” “izm”lerle, bilmem nelerle bizi tuzağa düşürdüler, düşürmeye çalıştılar. Artık, yalnız tuzağın önüne ve üstüne konanları değil, asıl tuzağı ve tuzak kuranları görüyoruz ve Allah’ın izniyle, onların kurduğu tuzaklara bir daha tutulmayacağız. “Ve mekeru ve mekerellah…”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci