“Hem aklınızdan çıkarmayın ki, mallarınız ve çocuklarınız birer sınav aracıdır ve bilin ki, katında en büyük ecir bulunan Allah’tır!”(Enfal: 8/28)
Hikâye ederler ki bir çocuğun elinde bir karne varmış. Karne babanın dikkatini çekmiş ve kıvrak bir hamleyle oğlunun elinden kapıvermiş. Notlara odaklanmış. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir karne? Bunca kırık notu bir araya getirebilmek te bir meziyet olsa gerek! Okudukça kızgınlığı artmış. Bir sürü hakaret dolu sözü belli-belirsiz söyledikten sonra oğluna dönmüş ve bu kadar kötü karneden dolayı şeddeli bir şekilde azarlamaya başlamış.
Birçok aşağılayıcı cümle ve hayvanlı hakareti bir anda sıralamış evladına! Oğlu gülümsemekten alamamış kendini. Onun bu rahat tavrı tabii ki babasını daha da öfkelendirmiş. Öfkesinin artmasıyla sözlerinin acılığı da artmış dolayısıyla. Oğlu bu tek taraflı öfke nöbetine şu sözlerle son noktayı koymuş.
“Baba! O benim karnem değil, içerde dolapları karıştırırken elime geçti. Üzerinde senin ismin var, galiba o karne senin karnen!”
Çocuklarımız, gözümüzden sakındığımız evlatlarımız bizi en net şekilde gösteren aynalarımızdır. Nasıl bir yüzle bakmışsak onlara o yüzle çıkarlar karşımıza. Bu sebeple onlardan olumsuz haberler geldiğinde suçu ne zamana, ne de ortam şartlarının bozukluğuna atabiliriz. Aslında suçu başkalarına atmakla geçici olarak vicdanımızı rahatlamış oluruz. Problem durduğu yerde durur.
Bugün çocuklarımızla ilgili en büyük sorun “aile eğitiminin yetersizliği” sorunudur. Eğitimcilerin büyük çoğunluğu “çocuğun karakter/kişilik oluşumunun” altı yaşına kadar tamamlandığını söylemektedir. Altı yaşına kadar çocuk üzerindeki en etkili kurum hiç şüphesiz aile ocağıdır. Baba şefkati, ana kucağıdır.
İnsanı yaratan ve tüm özelliklerini en iyi bilen Yüce Kudret tam da bu sebeple “Biz Musa ve kardeşine şöyle vahyettik: Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın ve evlerinizi de karargâh/mescide dönüştürün! Namazlarınızı da dosdoğru kılın! (Ey Musa! Müminleri (zaferle) müjdele!”(Yunus: 10/87) buyurmuştur.
Evlerinizi Allah’ın razı olacağı bir şekilde tezyin edin! Oraları şeytanın çalışma odasına dönüştürmeyin! Evlerinizi dini eğitim merkezine dönüştürün ve esas duruşunuzu da düzgün yapın! İstikamet bilincini kaybetmeyin! Evlerinizde sağlam bir Müslüman şahsiyeti oluşturun ki zafere ulaşabilesiniz!
Evrensel ahlaki değerlerin öğretilmesi gereken ilk “şahsiyet kurumu” ailede eğer, bu eğitim verilmezse toplum imamesi kopmuş tespih taneleri gibi dağılacaktır. Kimse kimsenin hukukunu korumayacak, kimse kimseye merhamet etmeyecektir. Büyük bir fitnenin ilk kıvılcımı da çakılmış olacaktır. Öyle bir fitne ki, sadece insanı değil doğayı da, doğal olan her şeyi de mahvedecektir.
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri kötülükler yüzünden karada ve denizde bozulma/fitne/fesat meydana gelmiştir. (Doğanın ve insanın tabiatında derin tahribatlar meydana gelmiştir.) Neticede (Allah), yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattırmaktadır. Umulur ki (yol yakınken) dönerler.”(Rum: 30/41)
“… Üstelik (Allah) birçoğunu da affetmektedir.”(Şura: 42/30)
Ailede şahsiyet eğitimindeki bozulma mahremiyet duygusunu tahrip etmiştir. Sınırlar (helal-haram çizgisi) göz ardı edilince cinsel sapmalar artış göstermiştir. Hayatın her alanında derin savruluşlar başlamıştır. Yaralama, cinayet, intihar, şiddet canlı yayında icra edilebilecek meziyete dönüşmüştür.
Verilen cezaların yetersizliği, caydırıcı olmaktan uzak oluşu, mahşeri vicdanı tatmin etmemesi de “yapanın yanında kâr kalır” anlayışının kuvvet kazanmasına hizmet etmektedir. Adalet duygusunu zedelemektedir.
Bir insanı yanlış davranışlardan uzak tutacak iki özellik vardır. Ya yüreğinde sağlam bir “Allah korkusu/Allah sevgisi” bulunacak ya da “insanlardan utanma, hayâ duygusu” gelişmiş olacak. Rasul-i Ekrem’in “Eğer utanmıyorsan dilediğini yap!” sözü hayâ duygusuna işaret etmektedir. İki anlama gelir:
1-“Eğer yaptığın herhangi bir şey utanılacak, ayıp ve günah sayılacak bir şey değilse rahat ol, istediğini yapabilirsin.
2-“Eğer bir insan hayâ duygusunu kaybetmişse onu durdurabilecek hiçbir şey kalmamış demektir. Kendini helâk edeceği gibi başkalarının da başına bela olacaktır.
Bir insanı gerçek manada insan kılan en önemli özellik ise yüreğinde saklı bulunan “Allah korkusu ve Allah sevgisidir.” Toplumu ıslah etmenin en kestirme yolu çocuklarımıza takva bilincini kazandırmaktır.
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyyen, ne vicdanın. (Akif)
Yüce Rabbimizin “Yol yakınken dönsünler diye yaptıkları şeylerin kötü sonuçlarından bir kısmını onlara tattırıyoruz!” mesajı tüm Müslüman bireylere ağır sorumluluklar yüklemektedir. Kendimizi suçsuz görüp işaret parmağımızla, şikâyet dilimizle etrafımızda suçlu aramamalıyız. Çünkü musibet sadece suçluları hedef almamaktadır.
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”(Enfal: 8/25)
O halde ahirette “İşte kitabın/ahiret karnen. Oku kitabını!”(İsra: 17/14) denildiğinde “Eyvah! Keşke kitabım/karnem bana hiç verilmese!”(Hakka: 69/25) dememek için görevimizi iyi yapmalı, sorumluluk bilincini kuşanmalıyız.
Rabbim çocuklarımızı cennete giden yollar eylesin! Göz aydınlığımız kılsın. Her türlü fitne ve fesattan, şerlilerin şerrinden muhafaza eylesin!