ÇOCUKLARIMIZ KİMLERİ VE NELERİ OKUYOR?

D. Ali TAŞÇI

 

                Keşke yerimiz geniş olsaydı da hepsini bir bir ortaya dökebilseydik. Neyi mi? Neyi olacak, okumuşlarımızı besleyen, zihin dünyalarını dolduran, geleceğin Türkiye’sini yoğuracak olan nesillerimizin beyinlerini onlara emanet ettiğimiz okur-yazar takımının, yani edebiyatçılarımızın hali pür melalini derinden görebilseydik.

                Bugün “bonzai” denilen zehirden hepimiz şikâyetçiyiz. Milli Eğitim bakanlığı, okulların önüne artık “Narkotim”ler koyacak; yoksa çocuklarımız büyük bir tehlikeyle karşı karşıya.

                Pekiyi, bugünün Türkiye’sinin zihin dünyasını, kültürel kodlarını oluşturan yazarlarımız acaba neler yapmışlar, nasıl yaşamışlar ve bize örnek olmuşlar, merak etmiyor muyuz? Yoksa, “özel hayat” diyerek işin içinden çıkabilir miyiz? Toplumu etkilemeye kalkışan, dönüştürücü eylemler içinde olanların özel hayatları olumsuz eğilim gösteriyorsa, orada nesillerin erdemli bir şekilde yetişmesi nasıl mümkün olabilir?

                Birkaç örnek vermek istiyorum:

                Mehmet Rauf (1874-1832): “Eylül” romanının ünlü yazarı. İkinci eşi Muazzez Hanım anlatıyor: “ Onun yegâne (biricik) iptilası (bağımlılık) kadındı. En büyük zevki sokakta, salonda, şurada burada gördüğü kadınları temaşa etmekti. O, bunu sanayi i nefiseden ( güzel sanatlar) addederdi. Rauf, hayatında altı defa sevmişti.”

                Nurullah Ataç (1898-1957): Onunla röportaj yapmak isteyen gazeteciye soruyor:

                “Müslüman mısınız Sermet Bey?” Gazeteci daha cevap vermeden Nurullah Ataç ilave ediyor:

                “Evvela Allah’a inanır mısınız onu söyleyin? Ben ne Allah’a inanırım, ne de Müslümanım.”

                Eşi Leman Ataç anlatıyor: “ Ah sürekli gâvurum der gezer.” Ataç: “Gâvur değil, dinsizim..”

                “Eşinizin hoşlanmadığı şey?” Leman Ataç: “Temizlik.” N. Ataç:

                “ Doğru, evlenmeden evvel hiç yıkanmazdım. Şimdi altı ayda bir yıkanıyorum.”

                Oktay Rifat (Horozcu) (1914- 1988): Hani şu “Garipçi”lerin üçlüsünden biri.

                Eşi Sabiha Rifat’a soruyorlar: “ Değişmesini arzu ettiğiniz halde değişmeyen huyu?”

                “Rakı, rakıdan kesemedim.”

                “Eşinizin batıl inançları var mıdır?” Oktay Rifat gülerek ilave ediyor:

                “Elhamdülillah Müslüman değilim. Allah’a inanmam. Yani sizin anlayacağınız tamamiyle dinsizim.”  “Sabiha Hanım, eşiniz en çok neyi seviyor?” “şimdi en çok içkiyi seviyor.”

 

                Orhan Kemal (Mehmet Raşit Öğütçü) (1914-1970): Eşi Nuriye Öğütçü’ye soruyorlar: “ Eşinizin alkolle arası nasıldı?” Cevap: “ Çok içerdi.”

                Behçet Necatigil (1916-1979): Eşi Huriye Hanım’a soruyorlar: “ Eşinizin alkolle arası nasıldı?” Cevap: “ Emekli olana kadar arkadaş toplantılarında içerdi. Emekli olduktan sonra evde içmeye başladı. Beni sık sık kendinin sevdiği bir meyhaneye götürürdü.”

                Metin Eloğlu (1918-1985): Eşi Nur Eloğlu’na soru: “ Eşinizin ne yaman bir içkici olduğu bilinen bir gerçek. Bundan şikâyetçi misiniz?” Cevap: “ Yaşantımızda önemli sorunlardan birisi de bu. Öncelikle sağlığı…”

                Atilla İlhan (1925- 1985): Eşi Biket İlhan’a soru: “ Eşiniz hiç sarhoş oldu mu?” Cevap: “ Hayır. O tür içmezdi. Bazen yemek öncesi biraz viski içtiği olurdu.”

                Cemal Süraya (Cemalettin Seber) (1931-1990): Zühal Tekkanat (eşi) anlatıyor: “ Cemal kahvaltıdan önce banyosunu yapmış ve şarapçı akrabalarından getirilen büyük galon halindeki şaraptan, bardaklarımıza koymuştu. Sonra… Ağzımı burnumu kan içinde bırakmıştı. Türk filmlerine benzeyen acıklı bir sahne çıkmıştı ortaya…  Bu arada Cemal, rakılarımızdan içmemizi öneriyordu.”

                Okullar açıldı. Çocuklarımıza, öğretmenleri kitaplar okutacak, yazarlar önerecek. Velilerimiz de çocuklarına nelerin verilip verilmediğine bakmadan, çocuklarının iyi bir kitap okuyucusu olduklarına sevinecek. Öğretmenlerimizi tenzih ederek söylüyorum, bu işin içinde olan birisi olarak, öğretmenlerimizden bazıları da kitap seçiminde maalesef duyarlı davranmıyorlar. Özellikle yabancı masalların birçoğu, putperestlik içermektedir. Örneğin, “Peter Pan.” Pan, Yunan doğa tanrısı demek; gerisini siz düşünün.

                Dünyayı kana bulayan o güzelim çobanlarsa, mesele yok; ama üniversite mezunlarıysa, düşünelim biraz!

Not: “Eşlerinin Gözüyle Edebiyatçılarımız. Yayına hazırlayan Tahsin Yıldırım. Selis Yayınlaı’ndan yararlandım.”