Herkes için kendi çocukluk dönemi önemli bir zaman dilimidir; iyisiyle kötüsüyle bir daha geri gelmiyor ve hatıralar yumağında kalıyor.
Köyde geçen çocukluğumu düşündükçe garip düşüncelere dalıyorum. Dar bir çevrede ve tabiatın kucağında geçen o güzel zamanlar artık yok. Misket bulamazdık, toprak yoğurur ve onu kurutarak boş fişeği etrafında gezdirir ve yuvarlak hale getirerek misket yapardık.
Hiçbir zaman fabrikasyon oyuncağımız olmadı, tuğlaları kırar ve onu kamyon haline getirirdik. Sonra büyüklerimiz bize dört tekerlekli ahşap arabalar yapardı ve bu arabalar bizim en gözde oyuncağımız, hatta hayatımız olurdu. Bayırlardan aşağı onunla kayar, dudağımızla motor sesini çıkarır ve hızla kayarken sanki dünyalar bizim olurdu. Arabalarımız daha hızlı gitsin diye, annemizin dolabından tereyağı aşırıp tekerleklere sürer ve arkadaşlar arasında rekabet hızlanırdı. Tabi akşam eve gelince de annemizden gelecek salvoları hesaba katardık.
Şehirle, şehir yaşamıyla hiçbir ilgimiz, hatta bilgimiz yoktu. Ben ortaokula gidene kadar elektriğin ne olduğunu bilmezdim; çünkü hiç görmemiştim. Ortaokul yıllarında da ilçemizde elektrik yoktu; akşam, petrolle çalışan bir santral vardı ve sadece aydınlanmak için bu santralden ilçeye elektrik dağıtılırdı. (1966- 67’li yıllar. 1948 yılında Türkiye’nin sekiz ilinde elektrik yoktur.)
Kitap mı?
Kitap olarak ben ilk defa Kur’an- Kerim’i tanıdım; çünkü ailemde ve çevremde “Kitab-ı Kerim” ona deniliyordu. Sonra halamın, akşam olunca biz çocukları etrafında toplayarak Osmanlıca yazılmış kitaptan masallar okuması ve “Mızraklı İlmihali” ile bize dini bilgiler vermesi aklıma gelir.
Dedemi hiç tanımadım; çünkü çok genç yaşta ölmüş. Ben ilkokulu bitirene kadar babaannemle aynı yatağı paylaştım. Babaannem gece olunca beni yatağa yatırır, yatsı namazını odanın içinde kılarken ben onu seyreder ve namaza hayran kalırdım. Babaannemi sevdiğim için onun namazını da severdim.
Beni en çok etkileyen şey, babaannem yatsı namazını kıldıktan sonra yanımda yatar ve bana “Şol cennetin ırmakları”nı gözyaşları içinde okurdu. Ben bunu babaannemin türküsü bilir ve okunurken çok duygulanırdım. Babaannem, otuzunda, dört çocuğuyla dul kalmış, hüzünlü bir kadındı. Ortaokul çağlarımda bir yerde “Şol cennetin ırmakları”nı görünce ve altında da Yunus Emre yazınca şaşırmıştım! Demek ki Babaannem bana Yunus Emre denilen kişiden ilahiler okumuştu. Ve ben, Yunus Emre’yi çok sevdim ve onun ardına düştüm; çünkü babaannemi seviyordum; onun sevdiği, benim sevgilim olmaya layıktı. Şimdi anlıyorum ki, benim edebiyatçı olmama babaannemin duygu dolu “türküleri- ilahileri” sebep olmuştu.
Hayatımdan bu çizgileri niçin yazdım?
Yaz geldi, okullar tatile girdi. “Çocuklarımızı şimdi nasıl yönlendirelim?” diyen velilerin dikkatlerine sundum, hayatımdan bir tutam çizgiyi. Hayat çok genişledi ve dağıldı. Eskiden dağ başında pırıl pırıl akan pınarlardık. Az akardık; fakat çok temiz akardık. Şimdi sular çoğaldı ve vadileri tuttu; fakat kirlendi ve ele avuca sığmaz oldu. Her şeyi zamanına göre değerlendirmek, anlamak gerek. Köyümüze yeni yol gelmişti. Köyün tek bir cipi vardı. Okuldaki tüm erkek öğrenciler şoför olmak istiyordu; çünkü cip ve onun şoförü köyün “tip modeli” idi.
Şimdi çağın gündeminde ne varsa onunla eğitmek durumundayız çocuklarımızı. Ve fakat onların duygularını kaydırmadan ve israf etmeden. Bu kadar kitabın olduğu bir yerde birkaç kitap okuyarak hedefe varılamaz. Bu, bizim tuğladan kamyonlar yapmamıza benzer; seçmeli ve çok okumalıyız. Elbette her çocuk okumaya yatkın olmaz, okumaya yatkın olanları da heba etmemeliyiz. Ailelerin okuma gündemleri yoksa çocuk kitabı niçin sevsin? Öğretmen okumuyor da sadece çocuklara kitap tavsiye ediyorsa, onun bu davranışı çocuklara tesir etmez. Çocuk, öğretmeninin iyi bir okuyucu olup olmadığını en iyi anlayan varlıktır. Kitap okumak ciddi bir iştir; oysa çevrede o kadar çok eğlence var ki, çocuk kitabı niçin seçsin?
Anne ve babalar, çocuklarınıza önce kitap sevgisi değil, onlara hayat sevgisi verin. Unutmayın ki, dünyayı kana bulayanlar, savaşları çıkaranlar çobanlar değil, üniversite mezunu, çok okuyanlardır. Sevgi ve erdem temeli oluşmayan çocukların eline kitap geçerse o, silahtan daha tehlikeli olur.
Fıtratlarına ters yaz tatilini geçiren çocuklar, ruh yorgunu olarak eylülde okulları doldurur ve okullar da sorun yumağı haline gelir. Aynaların kırık olduğu yerde çocuklarımıza yüzlerini nasıl gösterelim?
NOT: Fikir namusu Cemil Meriç’in ölümünün sene-i devriyesinde (12 Haziran 1987) onu rahmetle ve minnetle anıyorum.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci