Çok acıkmışsanız, çarşıya çıktığınızda gözünüzün önüne hep lokantalar gelir, onları görürüsünüz; çünkü gören gözdür, ama onu isteyen mide/beyindir. Bunun gibi, ayakkabınız yırtılmışsa, yine caddede ayakkabıcı dükkânları gözünüze çarpar, çünkü ona ihtiyacınız vardır. Buna psikolojide “algıda seçicilik” deniliyor.
Türkiye’deki Müslümanlar kaç on yıllardır acıkmışlar, susamışlar ve bu açlık ve susuzluklarını gidermek için sokağa çıkamamışlar, çıksalar da kimseye dertlerinden söz edememişlerdir. Arada bir inanç susuzluklarını dile getirseler, üzerlerine gidilmiş, aşağılanmış ve derdest edilmişlerdir.
Mesela; 1934’te kadınlara “seçme ve seçilme hakkı” verilmiş; ama!.. Hangi kadınlara verilmiş? Başını açan kadınlara! Ülkenin nerdeyse tüm kadınlarının başının kapalı olduğu bir dönemde kadınlara seçilme hakkı vermenin çok anlamı olmasa gerek. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa 2015’te başörtülü kadınlar parlamentoya girebiliyor. O zaman kadar parlamentoda başörtülü milyonlarca kadının temsilcisi yoktur. CHP niçin kazanamıyor, deniliyor. Bu kadınların ahının öyle kolay biteceği mi sanılıyor? Ruhuna dokunamıyor ve hep yapmacık kalıyor. CHP millet değerlerine yabancılaşmanın somut görüntüsüdür; bunu aşarsa milletle barışabilir. Yoksa hep müzmin muhalefet olarak ve sürekli eleştirerek ortada kalacaktır.
!932’de ezanın Arapça aslından okunması yasaklanıyor ve “tanrı uludur!” sesleriyle Müslümanlar, devletlerine karşı “kırgın” konuma getiriliyor. Ne zamana kadar? Menderes iktidarının ilk günlerine kadar, yani 17 Haziran 1950’ye kadar, tam on sekiz yıl bu vatanın semalarından, ümmetin ortak dili olan ezanın okunması yasaklanıyor. Menderes’in iktidarını, seçim beyannamesinde ezanı aslına döndürme sözü olduğuna bağlayanlar var ki, pek haksız da sayılmazlar. Gidişini de bu eylemine bağlayanlar da isabet etmişlerdir; çünkü 1960 darbesini yapanlar arasında ezanın yine Türkçe okunmasını dayatanlar olmuştur.
!967’de Hatice Babacan olayı gündeme geldi. Hatice Babacan, Ankara İlahiyat’ta okuyordu ve başı kapalı olarak okula gitti. Kıyametler koptu, kızcağızı zorla arabaya bindirip, hastaneye götürmek istediler. Nedeni, ona deli raporu almak! Bunları yapanlar da okuldaki öğretim üyelerinden bazıları! Bütün bunlar İlahiyat fakültesinde oluyor! Başörtüsü farzdır ve müminlerin bu farza uyma zorunluluğu vardır; çünkü dünya hayatı çok kısa, ahiret hayatı ise ebedidir. Anlayın artık bunu!
1970’li yıllar… Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin gündeme oturduğu günler. Bu hareketle, kendi değerlerine acıkmış olan Müslümanlar, artık sokağa çıkıyor ve ekmek, su arıyor; yani inanç temellerinin köklerini aramaya başlıyor. İlk defa Türkiye yerli ve milli bir uyanışın sesine şahit oluyor, kendi değerlerini paylaşan bir siyasi oluşuma kucak açıyor, onu çok seviyor ve kucağında büyütüyor.
2002’de, 1970’li yılların başından beri kucağında büyüttüğü çocuğu artık delikanlılık çağında meydana çıkarıyor ve bunun adı “Ak Parti” oluyor. Bu parti, “Baş Bahçıvan”ının temel becerileriyle halkıyla buluşuyor, halkının inanç ve değerlerini aynen paylaşıyor; bunları yaparken asla gösteriye kaçmıyor ve halkının susamış ruhuna “değer ve inanç” suyu sunarak iktidar oluyor. “İstismar” diyor bazıları ya; susayınca su içmek, acıkınca yemek yemek ne kadar istismarsa, bu da o kadar istismardır.
Asıl şimdi tarihi bir dönemce girilmiş bulunuluyor. Anayasa referandumu halkoyuna sunulacak. Halk irfanı bu durumu dört gözle bekliyor; çünkü biliyor ki, referandum sonrasında, bir asırdan fazla bir zamandır kapalı durumda olan tarihin muslukları açılacak ve bu pınardan dost da içecek, düşman da. Kurt da içecek, kuzu da; ayrım olmayacak.
İnsanoğlu zaman geliyor acımasız davranıyor. Otuz yıl savaşlarında, Almanya Protestan oldu diye, 28 milyon nüfusundan 24 milyonu öldürülmüştü. Sonra ne oldu? Almanya Protestan olarak şimdi Avrupa’nın bir numaralı devleti oldu. İnançlara gem vurmak isteyenler hep hüsrana uğramışlardır; tarih bunun kanıtıdır. Ne var ki, insanoğlu yine de düşünce ve inançlara baskı yapmaktan vazgeçemiyor.
Ne keramettir, ne kehanet; tarihi seyri iyi okursanız geleceği tahmin edebilirsiniz. Tahminim şudur: Türkiye, değerleriyle buluşuyor. Bunun için bedel ödüyor ve kısa bir dönem de bu bedeli ödeyecek. Nohut bile pişmeden tencerenin üzerine çıkmıyor, bedel ödendikten sonra belki de hayal edilemeyecek seviyede ülkede ve yakın çevresinde, dünyada değişiklikler olacak ve Türkiye hep bunlardan kârlı çıkacak. Çünkü bahar mevsiminde ne kadar buzdolabını bahçeye çıkarırsanız çıkarın kışı getiremezsiniz. İnsanın kaderi gibi ülkelerin ve milletlerin de kaderleri vardır. Hâşâ ben gelecekle ilgili sadece tarihi bilgilerime dayanarak tahminde bulunuyorum; yoksa geleceği yalnızca Allah bilir.
Öyleyse üzülmeye, sıkılmaya, dehşete kapılmaya, sinmeye, pörsümeye, güç kaybına ve her şeyden önce de ümitsizliğe asla yer yoktur; çünkü işin tam kıvamındayız ve EVET diyoruz. Çünkü bu “evet” bizi tarihimizle ve değerlerimizle buluşturacaktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci