Geçenlerde bir çöplüğün yanından geçerken arabamı durdurdum, arabadan indim ve çöplüğe doğru yürüdüm. Burnuma ağır kokular gelse de buna katlandım ve çöplüğe doğru baktım:
Neler yoktu ki içinde? Bir zamanlar çok değer verdiğimiz eşyalar, evimizin en mutena yerine koyduğumuz koltuklar, dolaplar, masalar; hepsi paramparça, kırık dökük, sağa sola atılmış, değerini kaybetmiş bir durumda. Kim bilir, zamanında, yeniyken hangi evin içini süslemiş, hangi evliliği taçlandırmış? Ne sıkıntılarla, borçlarla eve alınmış, ardından mutlu bakışlarla onlara nazar edilmiş, masaların, sehpaların üzerinde mutluluk çayları, kahveleri içilmiş! Sonra da sevgiyle birbirlerine bakan baygın gözlere tanıklık etmiş! Şimdi ise eskimiş, kırık dökük olmuş ve terk edilmiş, çöplüğe atılmış. Köpeklerin, kedilerin oyuncağı durumuna düşmüş.
Elbiseler… Takım elbisenin bir parçası olduğunu adeta söyleyen, şimdi ise kırışmış, buruşmuş, solmuş ve çöpe atılmış şu lacivert ceket! Büyük bir ihtimalle bir damat ceketi olsa gerek. Nasıl bir aşk ve heyecanla mağazadan alınmış ve giyinilmiş, sonra gelin hanımın karşısına çıkan damat adayının hangi ruh haletine şahitlik etmiş, kim bilir! Aşkla, sevgiyle çarpan kalbin çırpınmasına örtü olmuş bu ceket, şimdi terk edilmişliğin ızdırabını çöplükte can çekişerek dile getiriyor! Ne yazık ki sesini duyan yok!
Biraz daha ilerledim, paramparça bir gelinlik işte! İçi boş, düğün günü herkesi heyecanlandıran duruşunu yitirmiş; çünkü içinde gelin hanım yok. Hangi hayalleri süslemiş, hangi genç kızın rüyalarına girmiş ve hangi ışıklar altında alkışlara muhatap olmuş, kim bilir? Rengi solmuş, bu kadar hırpalanmış olduğuna göre, içinde sakladığı gelin de ihtiyarlamış olmalı. Bir köpek üzerine pislemiş!
Yiyeceklerin yoğun olduğu kısma gitmek istedim, ama burnum sızladı, koku çok ağır geliyordu. Uzaktan yiyecekleri seyretmeye başladım: Ekmekler başı çekiyordu. Öbek öbek etrafa saçılmıştı. Rahmetli babaannem, kıtlık yıllarını anlatırken, bir parça ekmek için neler çektiklerini gözyaşlarına bürünerek bizlere hissettirirdi. Şimdi köpekler, kediler, fareler bayram ediyor.
Bir sürü yiyecek artıkları!.. Taze iken ne güzel dururdu da burada yüzüne bakılmıyor, iğrenç kokuyor. İnsan midesine girdiğinde kimi yiyecekler kana karışıyor, insana yaşam kaynağı oluyor. Kimi de dışkı olarak dışarı çıkıyor. Tıpkı insanlar gibi; varlığa anlam katan insanlar vardır, hayat, onların diriliğiyle anlam kazanır. Bir de kan olamayan ve dışkı olmaktan öteye gidemeyenler vardır ki, onlar her yerde hissedilirler; çünkü çok kötü kokarlar. Onların yeri asla evler olmamalı, tuvalet veya çöplükler olmalıdır. Bazı yerlerden kötü kokular geliyorsa bu, bu tip insanların hâlâ önemli mekânlarda tutulmalarındandır.
Çöplük deyip geçiyoruz. Yaşanan hayatımızdan arta kalanlar acaba bu çöplükten farksız mıdır? Hangi davranışımız bir çöplüğün içine girmedi? Egomuzu öne çıkarıp sergilediğimiz tüm davranışlar, şimdi geçmişin çöplüğünde çok kötü kokuyor ve gelen geçeni de rahatsız ediyor. Basit bir çöplük malı için kalbini kırdığımız en yakınlarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız… Ona sahip olmak için hayatımızı ortaya koyduğumuz dünyalıklarımız… Gelinliğine bakarken doyamadığımız eşimiz ve ona karşı sergilediğimiz kötü davranışlarımızdan oluşan nefs çöplüğümüz!..
Ya tatlı hatıralarımız!.. Çocukluğumuzu süsleyen heyecanlarımız, sevgimiz, ailemiz… İlk gençlik yıllarımızın bahar yelleri, nisan yağmurları, delişmen kıpırdanışlar!.. Evliliğimiz, mutluluğa adeta elle dokunduğumuz ve geçmesini asla arzu etmediğimiz lacivert yıllar!.. Çocuklarımız, ilk göz ağrımız, aile yuvamız, ninnilerimiz, türkülerimiz, masallarımız, hayallerimiz!..
Hayat böyle bir şey işte!.. Arkada bıraktığımız çöplükle mi Ahiret’e gideceğiz, yoksa sergilediğimiz davranışlar, ortaya koyduğumuz yaşam biçimimiz ebedi hayatımıza kan olacak, can olacak ve bizi insan olarak var kılacak mı?
“ De ki: “ Yeryüzünde dolaşıp bakın, o peygamberlere yalancı diyenlerin sonu nasıl olmuş?” ( En’am sûresi, 12)
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci