ÇÖZÜM; MEDENİYET RÜYASI GÖREN ÖĞRETMENLERDE

D. Ali TAŞÇI

 

            Gittiğim okullarda Türkçe/ Edebiyat öğretmenlerine sorduğum ilk soru şudur: “ Bir edebiyat dergisine abone misiniz? Girdiğiniz sınıflara bir edebiyat dergisi götürüyor musunuz?”

            Aldığım cevaplar çok üzücü ve can sıkıcı “ Fakültedeyken edebiyat dergilerini alır okurduk, ama öğretmen olduktan sonra maalesef okuyamıyoruz.”

            Bir edebiyat öğretmeni, öğrencilerinin karşısına capcanlı bir edebiyat dergisiyle sınıfa girip şu zamanın metinleriyle onları tanıştırmazsa, o gençler, geçmiş dönemin metinlerini de anlayamazlar. Bir karşılaştırma, bir kıyaslama yapılamaz; böyle olunca da nereden nerelere gelindiği bilinemez. Ayrıca, kitaplar genelde soğuk yüzlüdür; öğrenciler daha sıcak olan dergileri gördüklerinde ilgileri artar ve yetenekli olanların dikkatlerini daha çabuk çeker. Bunun böyle olduğunu yaparak, yaşayarak biliyorum.

            Hele hele, öğrencilerinizden bir yeteneklinin kendi metnini bir edebiyat dergisinde görmesi demek, ona “düğün gecesi” zevkinden daha derin zevkler vereceğini de unutmamalıdır.

            Değerli hemşehrim Prof. Dr. İsmail Kara, bir dergiye (1) vermiş olduğu bir söyleşide şu şaşırtıcı cümleleri söylerken beni de teyit ediyor:  

            “ Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’ni çıkarmaya başladığımız zaman, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin listesini aldık. Şöyle düşünüyorduk, şu sayıdaki Edebiyat ve Türkçe öğretmenleri bu ansiklopedi ile şu düzeyde ilgilenirse biz şu ölçüde karşılık göreceğiz. Çok şaşırtıcı bir şey oldu. Bunu hâlâ anlamıyorum, kimse de inanmıyor: Edebiyat ve Türkçe öğretmenleri, bu ansiklopedi ile en az ilgilenen grup olmuştu. En çok ilgilenenlerse subaylardı.”

            Biraz geçmişe dönüp baktığımızda meşhur muallimlerin istisnasız hepsi, bırakalım dergiyi sınıfa götürüp götürmemelerini, ya bir veya birkaç edebiyat dergisi çıkarmışlar ya da bu dergilerin ünlü yazarları olmuşlardır:

            Necip Fazıl Kısakürek, “Büyük Doğu” dergisiyle adeta Anadolu’da onlarca edebiyat ve düşünce fakültelerinin yapamadığını yaptı, bir nesil yetiştirdi. Sezai Karakoç, “Diriliş” dergisiyle hâlâ bir medeniyetin izini sürmektedir. Cemil Meriç, dergilerde onu göremediğimiz zamanlarda sanki gözlerimiz kararır gibi oluyordu. Nurettin Topçu, “Hareket” dergisiyle Türkiye’nin maarif davasını adeta omuzlamıştı.

A.Hamdi Tanpınar, Celaleddin Ökten (Celal Hoca), Mahir İz, Nihat Sami Banarlı, Halide Nusret, Arif Nihat Asya, Behçet Necatigil, Mehmet Kaplan, Akif İnan… Ve daha nicelerinin hemen hepsi edebiyat öğretmeni idiler ve hepsi de kitaplara sahipti. Öğrencilerine bir söylediklerinde, öğrencileri onları on anlıyordu; çünkü onlar sadece sınıflara sıkışmış “hapishane mahkûmları” değildi, yazıları ve eserleriyle memleketi okul yapmışlardı.

Hele de demezler mi şimdikilerin bazıları sıkıştıklarında; “Ne yapalım, maddiyat meselesi, maaşımız mı var ki dergi veya kitap alalım!” içtikleri sigaranın dumanından gemiler yürütenler, dergi veya kitaba sıra gelince bahanelere sığınıyorlar.

Elbette mesleğini hakkıyla yerine getiren öğretmenlerimizi kastetmiyorum; onlar her zaman takdire şayan işler yapıyorlar. Üstelik bu sadece edebiyat öğretmenlerinin de işi değildir; diğer öğretmenleri de baştan sona ilgilendirmektedir. Müfredatın dar kalıplarında kalarak enerjik beyinleri tatmin edememek, her öğretmenin de sorunu olmalıdır. Sınıflarda ne zorluklarla dersler işlendiğinin birinci derecede onlar tanığıdır; ama bilgisini ve metodunu diri tutan öğretmenlerimizin eğlence tarzında dersler işlediğini de en iyi onlar biliyordur.

Teknolojik olarak sınıfı en son model araçlarla donatsanız da bunu kullanacak olan öğretmenlerin zihinlerini canlı tutamazsanız, yaptığınız tüm emekler boşa gider. Bugün en temel problemlerimizden biri, Medeniyetimiz doğrultusunda müfredat oluşturamamak ve onu çocuklarımızın zihin dünyalarına yedirememek olduğu gibi, iyi müfredat oluştursanız da bunu öğrenciye taşıyacak dolu dolu, kendini özellikle dalında yetiştirmiş, kaliteli ve evrensel metotlarla donatmış, en önemlisi de medeniyetimizin rüyasını gören öğretmenlerimizin niceliksel olarak da azlığından söz edebiliriz.

Eğitim fakültelerinin yeniden işlevleri ve bağlı olduğu kurum ele alınmalıdır. MEB bu fakülteleri kendi bünyesine alarak bunların müfredatını hem bilimsel hem de medeniyetimizin ışığında yeniden düzenlemeli ve giriş puanlarını da yükselterek daha yetenekli gençleri öğretmenlik mesleğine kazandırmalıdır. Bütün bunların yanında öğretmen adayları ikinci bir sınavdan, yani mülakattan geçirilmelidir. Allah aşkına çocuklarımızın karşısına çıkarıp, onların geleceklerini inşa edecek olan insanların, sadece test bilgilerine güvenip irfanî duruşlarını test etmeden, anlamadan atamak ne kadar doğru olabilir?

Çağın getirdiği olumsuzluklara sığınıp durumu geçiştiremeyiz. Her çağ kendi problemleriyle var olmuştur. O çağın problemlerini aşanlar, bugünün de problemlerini aşabilirler. Ümitsizliğe kapılmadan medeniyet bahçelerimizle çocuklarımızı tanıştırırsak, inanıyorum ki bu çocuklar geleceğimizin dünyasını daha verimli hale getireceklerdir.

Sabah rüzgârı estiğinde bahçedeki goncayı açıp onu gül haline getirir; fakat odunu rüzgâr açamaz, onu ancak balta açar.

  1. İstanbul, Eğitim ve Kültür Dergisi, Haziran 2015, 11. Sayı ( İst. İl MEM Yayını)

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Titter:@DAliTasci