Eski zamanlarda tüccarın biri, Hindistan’a gitmek ve orada alışveriş yapmak üzere yol hazırlığına başlar. Evdeki herkese, “Size Hindistan’dan ne getireyim?” diye sorar. Her biri bir şey ister, o da onları not eder.
Bu arada sıra, kafes içinde bulunan papağana gelir; tacir ona da aynı soruyu sorar: “Sana Hindistan’dan ne getireyim?”
Papağan: “ Oradaki papağanlara sor. Benim durumumu onlara anlat; de ki: “Sizi çok özleyen kardeşiniz papağan bizde mahpus bulunmaktadır. Size selam söyledi, sizden yardım istemektedir. Kendisine bir kurtuluş yolu bulmanızı niyaz etti.”
Tacir, herkesin dileklerini alarak Hindistan’a gider. Alışverişini yapar, evdekilere hediyelerini alır. Sonra da papağanların bulunduğu bir ormana giderek papağanlara, kendi evinde mahpus bulunan papağanının selamını ve arzularını, ormandaki papağanlara iletir.
Daldaki papağanlardan biri tacirin bu sözlerini duyunca titreyerek daldan düşer ve ölür. Tacir, bir canlının ölümüne sebep olduğu için söylediğine pişman olur.
Memleketine döner, hediyeleri sahiplerine dağıtır. Sıra papağana gelmiştir. “Ee söyledin mi, benim sana dediklerimi kardeşlerime?” der, tüccara papağan. Tacir:
“Söyledim, ama söylediğime çok pişmanım. Çünkü ben senin dediklerini onlara iletir iletmez, senin şikâyetlerinin sebebini anladı biri ve ödü patladı; titredi titredi, düştü ve öldü!”
Kafesteki papağan, tacirin bu dediklerini duyunca o da titreyerek düştü, kaskatı kesildi. Tacir bu duruma çok üzüldü. Papağanı kafesten çıkarıp atınca, papağan birden kanatlandı, uçtu ve bir dala kondu.
Tacir bu duruma çok şaştı ve papağana neler olup bittiğini anlatmasını söyledi.
Papağan: “O kuş yaptığı işle, hareketle bana öğüt verdi. Söz söylemeyi, neşelenmeyi bırak, demek istedi. Çünkü senin güzel sesin, söz söylemen, seni kafese koymuştur. Kurtulmak için, kendini ölü gibi göstermesinin sebebi budur. Ey şöhretli papağan, şöhret zincirini kır ve benim gibi özgür ol, demek istedi. Ben de onun yaptığını yaparak kafesten kurtuldum!”
Dünyada nice insanlar vardır ki, şanlarının, şöhretlerinin esiri olarak yaşamaktadırlar. Şöhret, saltanat, makam.. insanı dünyaya öyle sağlam bağlar ki, bu bağ demir zincirlerinden de beterdir.
Can papağanının hikâyesi bundan farklı mıdır? Dünya kafesinde mahpus bulunan insanın hakiki manada hürriyetine kavuşabilmesi için ölmesi gerekmiyor mu? Ölmesi ve sonsuzluğa kanatlanması. Ölüm gerçeğini yok oluş zannedenler etsinler de, iman sahiplerinin daha derinden düşünmeleri gerekmez mi? Şan ve şöhretinin, saltanatının hep aynı kalacağı yanılsamasıyla hayatını kemiren nice insanlar gelip geçti bu dünyadan, niceleri de gelip gitmektedir. Dünyaya dönük hangi niyet ve davranışımızı öne çıkarmışsak, işte sınavımız da onlarladır.
İnsan “nefs-i emmare”nin elinde esir konumunda ise onun kaygısı bitmez. Kaygı, korkuların alarm durumudur. Allah korkusunu hiçe sayanların, dünyevi korkularının kaygı haline dönüştüğünü görmemek için kör olmak gerek. Saltanatın, şöhretin, makamın, servetin elden gitme korkusu, insanları savaşlara, kavgalara, siyasi çirkinliklere ve daha bilmem nelere sürüklemektedir.
Hakikati görmekte geciken insanlığı, şimdi de covit-19 kaygısı sarmış bulunmaktadır. Aslında bu bir uyarıdır, bilebilenler için. Bu dünyadan “Ben sizin en büyük rabbinizim!” diyen firavunlar da geçip gittiler. Koltuklar için savaşanlar öldüler de koltuklar yerinde duruyor.
Dağ başında, bir ağacın altında, pınar sularının şırıltılarıyla, dostlarla gönül gönüle ve doğayla iç içe yaşamak ve alnını secdeye koyarak ruhu demlemekten, Allah’a kul olmaktan başka dünyada mutluluk arayanlar, arasınlar. Bulduklarında bize de haber versinler!.. Verirler mi dersiniz?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci