15 Temmuz 2016’nın Cumhuriyet tarihi içerisinde kaçıncı darbe olduğunu ben de sayamıyorum. 1960 darbesinde beş yaşında çocuktum; Menderes’in 1961’de asılmasını henüz hatırlıyorum. Ondan sonraki darbeleri hep canlı yaşadım.
Bizim ömrümüz darbelerle geçti, bari çocuklarımız yaşamasın bu karanlık günleri dedik, ama şimdi torunlarımız da yaşamaya başladı. Neden?
Bu soruya cevap veremedikçe bu darbeler de sürüp gidecektir.
Çok şeyler söylenebilir, söylendi de, ama işin özüne inmek öyle kolay iş değildir. Efendim Batı’da olmuyor da bizde, İslam aleminde neden bunlar oluyor, demek çok basit gibi geliyor bana.
Şöyle bir örnek vereyim:
Bir bahçede zehirli mantar yetişiyor, yiyince insanı öldürebiliyor. Onun yetiştiği bahçe, mantarın yapısına uygun ise orası mantar tarlası oluyor. Fakat o bahçede buğday yetişmiyorsa, suç buğdayda değil, onu, bahçesine ekmeyen çiftçidedir.
Galiba biz Adana’da çay, Rize’de pamuk yetiştirmeye kalktık ve ürün alamayınca, ayrık otlarının saldırısına uğradı bahçemiz.
Bu toprakların medeniyet yapısına göre insan yetiştirmezsek, bu tür belalar da hep başımızın üzerinde dolaşıp duracaktır. Bunu kim veya kimler yaptıdan çok, neden oluyor bütün bunlar; bunun üzerinde durursak daha sağlıklı bir sonuca ulaşacağımızdan eminim.
Çok şükür, ülkemiz çok büyük bir badireden geçti, geçiyor. Düşünebiliyor musunuz, Cumhurbaşkanı’nın yaveri, en yakınında olan albay tutuklanıyor! Genel Kurmay Başkanı’nın özel kalem müdürü tutuklanıyor, darbe zanlısı olarak! Bu ve buna benzer yapılanmaların ne anlama geldiğini düşünmek bile istemiyor insan. Amerikan filmlerinde görülebilen bir durum.
Darbeye karşı direnen insanlar, özellikle nöbet tutan gençler bu milletin yüz akları. Şehitlerin profiline bakınız, genellikle “tanıdık” yüzler. Neden? Zaman ilerlesin, ne yorumlar okuyacak, ne sözler duyacağız! Kimimiz iğrenecek bu sözlerden, kimileri alkış tutacak.
Farklı bir zaman diliminden geçiyoruz. Her şey aleni/ açık gözüküyor sanıyoruz; ama işin içinde öylesine oyunlar oynanıyor ki, şeytanın pabucu bile dama atılıyor. Cumhurbaşkanı’nın yaveri, Genel Kurmay Başkanı’nın özel kalem müdürüne kadar sirayet etmişse mikrop, kim kime güvenecek?
Bence psikiyatrlar, psikologlar, sosyal bilimciler, Pensilvanya’daki zatı derinlemesine incelemeliler. Bu, sıradan bir olay değil, belki de tarihte eşine rastlamak da mümkün değildir. Hangi niyeti taşırsa taşısın, bu kadar uzun bir sene yılmadan, bıkmadan örgütlenebilmek, hem de çağdaş bir anlayış ve dille. Sonra dünyaya yayılmak, kimlerin yardımı olursa olsun, dünyaya kök salmak… Görülmüş şey değildir.
Siz, tohumunuzu, onun yetişeceği yere ekmezseniz, bahçeniz birileri tarafından işgal edilerek oraya bambaşka tohumlar ekilir ve sonra da başınıza bela olur. Bugün yaşadıklarımız sonuçtur; bunun sebeplerine inmeden yapılan ve yapılacak olan her yorum, düşünce sakattır.
“Adanmışlık” deniliyor; bunun ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Verdiğiniz eğitim seküler ise orada kimlik ortaya çıkmaz, ya da kaybolur. Yurtdışına gittiniz. Otelde kalıyorsunuz. Dil de bilmiyorsunuz. İçinde paralarınız, pasaportunuz olan cüzdanı da kaybettiniz. Ne yaparsınız? Sizin yanınıza kim gelirse ve size gülümseyerek el uzatırsa, onun peşinden gitmez misiniz?
Kimliklerini kaybeden veya kimlik veremediğiniz kuşaklar, şeytani gülümsemeleri fark edemez dostlar, onların peşinden giderler.
Fırsat bu fırsattır, bu belayı hayra çevirmek, başta yöneticiler olmak üzere hepimizin görevidir. Tohumumuzu, yetişecek toprağa ekmek için yasalar çıkaralım, su kanalları döşeyelim, kargalara karşı nöbet tutalım; ama bir şeyler yapalım.
Her şeye rağmen milletimiz büyük bir badireden geçti/ geçiyor. Sağduyulu hareket etmenin zamanıdır. Provokasyonlara kapılmayalım; çünkü önümüzdeki zamanlarda çok bilgi kirliliği olacaktır. Hırsla kalkan zararla oturur, atalar sözünü unutmayalım.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail) Twitter: @DAliTasci