Demokrat olmak başka, demokrat geçinmek başkadır

Seyfullah FIRAT

Demokratım demekle elbette demokrat olunamaz. Demokrasi öyle her cüce kafaya sığacak veya herkesin kafasına estiğince içini dilediğince doldurabileceği bir kavram değildir. Demokrasi herşeyden önce insan onuruna saygıdır. Demokrasi; insanın statü haklarını sonuna kadar kullanım şansı bulduğu rejimin adıdır.

Öyle mikrofonu eline aldığında adap ve terbiye sınırlarsını sonuna kadar zorlayarak insanlara suç isnat etmek veya insanların statü haklarına saldırmak demokratlık değildir. Liyakat haklarımızı veya elimizdeki kudret ve gücümüzü kullanırken biz demeyi unutup hep ben diyorsan sen demokrat değilsin.

Bazı insanlar statü haklarına, yanı doğuştan getirmiş olduğu insanı haklarına müdahale olduğunu dillendirerek milletten liyakat yetkisi aldıktan sonra despotluğa soyunması insanın melek olmadığı gibi, gerektiğinde şeytanlaşabildiğinin de bir göstergesidir. Hiçbir insan veya siyasi, milletin ve devletin vermiş olduğu liyakat gücünü başkalarının statü haklarına saldırma silahı olarak kullanamaz veya kullanmamalıdır.

Bizim her işimizde olduğu gibi bu konuda da her kafaya göre farklı demokrasi tanımlamalarına gidilir. Dünyada da tıpkı bizde olduğu gibi sözde yüzlerce Demokrasi türü vardır. Nasıl ki üzümden birileri şıra, başka birileri pekmez veya başka birileri de şarap üretirse; demokrasi konusunda da herkes kendi kafasına veya kapasitesine göre demokrasi üretirler.

Demokrasi kavramını en çok istismar eden kesim maalesef demokrasiye en çok sahip çıkması gereken siyasi kesimdir. Bu çelişki Türkiye’nin en büyük açmazıdır. Darbecileri sorgularız, askeri çok acımasızca hesaba çekeriz ama siyasilere sıra gelince onları dokunulmazlık zırhı ile korumaya alırız.

Demokrasi hiçbir zaman nalıncı keseri değildir. Demokrasi veya onun sınırlarını belirleyen hukuk öyle herkesin dilediği gibi içine edeceği kavramlar da değildir. Demokrasi kişilik haklarına saygıyı, nimetlerin paylaşımındaki hakça bölüşümü veya her konuda insanlar arasındaki fırsat eşitliğini sağladığı zaman demokrasi olur.

Bizim ülkemizde demokrasi bir başkadır. Yıllarca ceza evine yatmışta olsan, her türlü arsızlık ve utanmazlığa batmış bulunsan bu ülkede istediğin her makama gelebilirsin. Ancak iş paşalara gelince, hakkında henüz doğruluğu mahkemelerce bile teyit edilmemiş olan ve hakkında her hangi bir suç isnadı bulunan paşalar bu ülkede terfi bile edemezler.

Her türlü suça bulaşmak Bakan, Başbakan veya Reisicumhur olmaya etki etmez ama hakkınızda her hangi bir iftira varsa paşa olamazsınız. Bu iki örneği benim hafızam almaz veya anlamakta da birileri kadar kolayca anlayamam. İnsanlarına eşit yaklaşmayan hiçbir rejim alkışlanmayı asla hak etmez. Demokratik veya medeni ülkelerde insanları düşük kaliteli kromozom çocuğu veya üstün kaliteli kromozom çocukları diye farklı kategorilerde değerlendiremeyiz.

Bizim ülkemizde yıllardan beri birileri Atatürk’ün mirası üzerine oturarak kendilerini özel kromozom çocuğu olarak ilan ettiler. Bu takımdan bu millet çok çekti ve bugünkü kurtarıcı takımı da bunların baskıları sonucu meydana gelen kurtarıcı arama psikolojisinden istifade ederek millet iradesini arkalarına aldılar.

Şimdi durum değişmişe veya çarkın ters dönmeye başladığına dair işaretler var. Şimdi yeni bir ekip geçmişin benzer hastalığına tutulmuşçasına bizden olmayanlara yaşama hakkı yok deme noktasına doğru hızla yolculuk etmektedirler.

Elbette bu dünyada namusluyla namus fukarasını, inançlıyla inanmayanı, bilgiliyle bilgisi olmayanı aynı diplomalarla taltif edemeyiz. Ancak şu husus çok iyi bilinmelidir ki, bu dünyada hiçbir kimsenin dini inancı liyakat malzemesi olarak kullanılamaz. Namuslu olmak, dürüst olmak, ehliyetli ve bilgili olmak her ne kadar liyakat ölçüsü ise, dini inançta bir o kadar statü hakkıdır. Allah vergisi olan statü haklarımızla, bizim sonradan kazandığımız liyakat haklarımızı toplum ve devlet hayatında farklı değerlendirmek durumundayız. Aksi halde demokrasiyi geliştiremeyiz ve uygar bir toplum düzenine ulaşamayız.

Yasalar karşısında herkes eşit olmalı ve her türlü imkan ve nimetler adaletlice paylaşılmalıdır. Adaletin kaydığı, terazilerin hatalı tarttığı, hele hele insanların vicdan terazilerinin ayar tutmadığı bir toplumda ne demokrasiden ne de toplum barışından bahsedemezsiniz.

Türkiye’nin çok ciddi iç ve dış problemleri var. Birçok meselemiz son yıllarda daha da büyüdü. Eğitimde seviye ciddi anlamda kaydı ve kültürel yozlaşma ve çürüme ayyuka çıktı. Sermaye büyük çapta el değişti ve dar gelirliler bu kapkaç sahnelerinin kıskacında bir o kadar daha fakirleşti.

Bugün içinden geçmekte olduğumuz şartlar her zamandan daha çok toplumsal kaynaşmaya, kurumlar arası eşgüdüme ihtiyaç hissettirmektedir. Ne yazık ki buna rağmen ülkeyi yöneten iktidarla muhalefet ortamı daha da geriyorlar. Sayın Başbakan rahmetli Menderes’e kadar uzanarak resmen duygu depremleri yaratacak türden kefen giydiğini avaz avaz bağırıyor.

Bizim bu günlerde böylesi kin ve nefret duygularını canlandırıp bileyen siyaset diline ihtiyacımız yok. Bu siyaset dili çok tehlikeli bir dildir. Bu ülkede yetmiş milyon insan yaşamaktadır. Bu geminin kaptanı sizsiniz diye bu gemiyi alabora edemezsiniz.

Sayın Başbakan son konuşmalarında yine Ülkücülere dil uzattılar. Millet burnundan üflerken Sayın Başbakanımız ateşe körükle gitme inadını sürdürüyorlar. “Şehitler slogan değil, dua isterler” derken, birileri araya girip, Sayın Başbakanım, “şehitlere kelle de denmez” dediği zaman Sayın Başbakanımızın şuur kimyaları bozularak firen patlatıyorlar.

Çifte standart olmamalıdır. Siz her dili kullanacaksınız, her türlü alaycı tavrı takınacaksınız, bu demokratlık olacak; başka birileri size hatırlatma yapınca da öfkeleneceksiniz, işte buna hakkınız yok Sayın Başbakanım. Bu ülkede herkes belli saygı ölçüleri içerisinde konuşacaklar. Ben yazıp çizerken hep büyüklerimizi ölçü almışım. Onlardan bir iki adım geriden ben de onlar gibi esip gürlemişim. Şimdi de hadımdı bilerek burada noktayı koymak istiyorum.

 

Olup biten gelişmelere baktığımız zaman öyle görünüyor ki, ordu ile iktidar gemileri yakmış bulunuyorlar. Sayın Başbakan teamül falan tanımam diyor ve ardından da ekliyor. Sayın Başbakan ikide bir, “kefenimiz koltuğumuzdadır” demeye getirerek milletçe şaşırmamıza sebep oluyor. Bu ordu düşman ordusu bile olsa bu kadar karşısına geçilmez. Bu orduya karşı bu öfke veya nefret selinin sebeplerini millet bilmek istiyor. Uydurma belgelere artık karnımız tok. Somut ve mahkeme kararlarıyla doğrulanmış gerekçeleri görmek istiyoruz.

Bugün bu ülkede duygu sömürüsü yapılarak elde edilen liyakat hakları veya siyasi kudret diğer insanların statü haklarına musallat olacak kadar bir takım çevreleri eğer canavarlaştırmış bulunuyorsa bu ülkede demokrasiden veya insan haklarından bahsedenler yalan söylerler.

Referandum sebebiyle siyasiler yollara düştüler. Memleket insanı üçe bölündü. Evet diyenlerin karşısında yer alan hayırcıların dışında bir de her iki guruba karşı durmakla kendilerine etiketlendiren boykotçular var. Siyasetçilerin kullandıkları propaganda diline baktığımız zaman bizi sert yazmakla suçlayanlara hadi be oradan demek düşüyor.

Siyasetçiler ağızlarının balans ayarını en son noktaya kadar bozacak, biz iki söz edince mahkeme kapılarıyla tehdit edileceğiz. Sonrada birileri çıkacak ve demokrasiden dem vuracaklar. Birileri dokunulmazlık zırhı arkasına sipere yatarak veryansın edecek, herkesi alaya alıp aşağılayacak kimselerin sesi çıkmayacak; biz iki lakırdı edince kıyametler koparılacak ve daha sonra da bu kıyametler koparanlar bana demokratlık çalımı yapacaklar. Hadi be sende derler adama.

Demokrasi nalıncı keseri değildir. Demokrasi insan haysiyet ve onuruna saygıdır. İnsanların haysiyetlerine, mahremlerine saldıranlar demokrasiden bahsedemezler. Demokrasiden bahsetseler bile ben onların demokratlığına asla inanmam. Eline geçirdiği liyakat kudretini başkalarının mahrem duvarlarını yıkmada kullananlara babamın oğlu da olsa saygı duymam veya dualarımın muhatabı da kılmam.