İnsan çoğu zaman kendi içinde büyüyen endişelerden bir dünya kurmaya çalışır. Kurduğu dünyanın tanrılığına soyunur; fakat bir türlü ölmemeyi beceremez. Bu durumda kaderine hep yumruk sallar, salladığı her yumruk sinesinde patlayıp durur.
Tarih okumak, geçmiş zamanların olaylarını ve insanlarını bugünün zihniyle anlamaya çalışmak hem çok çekici, hem de trajik ve hüzün verici bir durum. Dünün firavunlarını okuduğumuz zaman endişelerini, korku ve çekincelerini; mutluluk kaynaklarını çoğu kez garipseriz. O dönemin insanlarının duygu ve düşüncelerini basit, hatta anlamsız buluruz.
Ünlü Rus yazar Dostoyevski, müzelere girip saatlerce otururmuş. Sanatı sevdiği için değil, ısınabilmek için; çünkü Rus soğuğunda doğru dürüst ısınabilecek bir yerden mahrummuş. Hayatı boyunca hep geçim sıkıntısı çekmiş, trajik bir yaşam sürmüş.
İşte Dostoyevski, kendi içinde büyüyen endişelerden eserlerinde bir dünya kurmuş ve gelecek zamanın insanlarına bırakmıştır.
Aslında geleceği de yoğuranlar, evrensel acılar çeken geçmişin insanlarıdır; çünkü böylesine bir acı, gelecek dünyanın hamuruna su verir, ateş olur, onu pişirir.
İnsan doğayı, kendi dışında gelişenleri, bilimi önemser, onların peşine düşer ve onlardaki sırları çözmeye gayret eder. Hâlbuki insanın bir numaralı problemi kendisidir, kendi iç dünyasıdır. Kendi problemlerini çözmeden doğaya, bilime egemen olan insan kıyıcıdır, sahip olmak ve ilahlığa kalkışmak için dünyayı ateşe verebilir. (Trump’un yaptığı gibi.)
Dünyada gelişen olaylara bakıyoruz; kimileri itaati emrediyor, kimileri de isteği oluşturuyor.
İtaati emredenler baskının, despotizmin temsilcisi olurlarken, isteği oluşturanlar daha “demokrat” olarak kendilerini gösteriyorlar.
İtaati emredenler, sömürünün uzun yollarını bilmeyenler, kısa vadede her şeye sahip olmak isteyenlerdir. Bunların ömrü pek uzun değildir; fakat onlar gittikten sonra bir başka itaatçi grup insanlığın başına bela olup çıkar.
İsteği oluşturanlar, şeytani bir zekâya sahip olanlardır. İnsanı ta içlerinden yakalar, insanı boşaltırlar ve ortada insan adında bir “mahlûk” kalmaz.
Şu zamanda dünyada, isteği oluşturanlar hâkim konumundadır. Bunu en güzel şekilde “demokrasi” teraneleriyle yaparlar. İnsanlar kendi kendilerini yönettiklerine inandırılır, böyle bir algı oluşturulur. Oysa reklam ve medya tanrısı bir köşede kıh kıh gülmektedir!
İnsan fıtratının içinde, kuvvetin nüfuz edemeyeceği, reklam ve medyanın giremeyeceği bir hürriyet sığınağı mevcuttur. Kendi problemleriyle ilgilenen, biricik iş olarak bunu gören insanlar, zamanın veya tarihin dalgalanmalarından asla etkilenmezler. Onlar kendilerini tanıma yolunda mesafeler aldıkça, insanlığa örnek olurlar, onların da içlerinde bulunan bu hürriyet sığınağını harekete geçirip, şeytani düzenlerin kullarını perişan ederek gerçek özgürlük ortamı oluştururlar. Bu, tarihte de böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Eskiden, teknoloji daha gelişmemişken madenler, büyük heyelanlardan sonra ortaya çıkarmış. İnsanlık bir büyük heyelan yaşıyorsa, madeninin ortaya çıkma zamanı gelmiş demektir.
Son zamanların en büyük yanılgısı ve dehşet görüntüsü, “insan hakları” ve “demokrasi” adı altında bütün insanlığın bir insanlık kıyımına uğramasıdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını insanlık demokrasi döneminde gördü. Yoksa demokrasi, kurduğunuz dünyanın tanrılığına soyunup, insanları kendinize, ideolojinize tapındırmak mıdır?
“Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci