Gülay Göktürk/Bugün
Herkesin siyaset yapma özgürlüğü varsa
"Yasalar çerçevesinde, insanların kılık kıyafetleri ne olursa olsun, istedikleri partide yer alma ve siyaset yapma hakkına saygı gösterilmesini istemek, bir temel hak ve özgürlük konusudur. Herkesin siyaset yapma özgürlüğü vardır. Herkesin kılık kıyafet özgürlüğü vardır..."
Bunlar Baykal'ın sözleri... İster inanalım, ister inanmayalım, ister samimi bulalım ister bulmayalım ağzından çıkmış. Çıkmışsa ciddiye almalıyız.
Ciddiye alacaksak da, bazı sorular sormalıyız. Madem ki herkesin kılık kıyafeti ne olursa olsun siyaset yapma hakkı var, o zaman Merve Kavakçı'nın suçu neydi Sayın Baykal?
Kadınların hangi kılıkta olurlarsa olsunlar siyaset yapma hakkını savunuyorsanız, öyle birkaç çarşaflıyı parti üyesi yapmakla olmaz. Bugün "açıldığınız" noktada başörtülülerin milletvekili olması hakkında ne düşündüğünüzü, Merve Kavakçı'nın başına gelenlere ne dediğinizi de merak ediyoruz.
Merve Kavakçı da tıpkı sizin söylediğiniz gibi kılık kıyafet özgürlüğünü kullanarak siyaset yapmak isteyen biriydi. Milletvekili olarak siyaset yapmak istedi ve seçildi. Kitlesinden oy isterken başında örtüsüyle istemişti. Ona vekalet verenler, başörtüsüyle vermişler; hatta belki de başörtüsü olduğu için vermişlerdi. Eğer başındaki örtünün Meclis'e yakışmayacağını düşünselerdi, oy vermezlerdi.
Kavakçı Meclis'teki varlığıyla bir yandan Fazilet Partisi'ni temsil ediyor ama bir yandan da başörtülü kadınları temsil ediyordu. Kadınların yarısının başını örttüğü bir ülkede, başı örtülülerin de milletvekili olabileceği umudunu temsil ediyordu.
Belki de en önemlisi, halkın yüzde 70'inin savunduğu bir özgürlüğü temsil ediyordu. Halkın oylarıyla Meclis salonuna gelmiş biri o salondan apar topar dışarı atıldı.
Gece yarısı kapısına dayanıldı, vatandaşlıktan çıkarıldı, kamuoyunu tehlikeli bir terörist olduğuna inandırmak için basında kampanyalar açıldı. Devletin başında oturan kişi, yemin olayının üstünden birkaç saat geçmeden televizyona çıkıp bütün Türkiye'ye bir milletvekilini "ajan provokatör" ilan etti. Siz o iğrenç linç kampanyasıyla ilgili bir özeleştiri düşünüyor musunuz?
Aslında bu soruyu sadece Baykal'a değil, o suçu işleyen ya da suç ortaklığı eden herkese sormak gerekir. Daha önce de yazdım, işte burada tekrarlıyorum: Merve Kavakçı olayı 28 Şubat adlı kabus filminin en unutulmayacak, en tüyler ürpertici sahnesidir. Meclisimizin tarihinde kara bir lekedir. 28 Şubat'tan bu yana çok şey değişti.
O günlerde yapılan "balans ayarları"nı takdirle karşılayanların önemli bir kısmı şimdi alt perdeden de olsa yanıldıklarını itiraf ediyorlar. Andıçların ortaya dökülmesi, 28 Şubat'ın anlı şanlı kimi komutanlarına onulmaz yaralar aldırdı. O günlerde baş örtüsünü her gördüğü yerde şeriat çığlıkları atanların önemli bir kısmı şimdi özgürlükçü oldular.
Çoğunluk, 28 Şubat'ta anlatılan "Öcü Masalı"na gülüp geçiyor artık. Ama hâlâ ve ısrarla hiç kimse ortaya çıkıp da, "Yahu biz o kadıncağıza neler yaptık! Ne kadar kaba ve ilkel bir linç töreniydi o" demiyor, diyemiyor. Çünkü henüz hiç kimse yakın tarihimize "toplumsal histeriye dönüşen bir bağnazlık dönemi" olarak geçecek olan o dönemle hesaplaşmaya; o büyük ayıpla ve o ayıbın kendine düşen bölümüyle yüzleşmeye hazır değil...
Henüz hiç kimse, cadı kazanlarının kurulduğu; ateşin etrafında çığlık çığlığa bekleşen kalabalıkların tıpkı yüzyıllar öncesindeki gibi genç bir kadını "kutsal" için yakmaya hazırlandığı o günleri, o günlerdeki rolünü hatırlamak istemiyor.
Kavakçı'nın başına gelenler, demokrasi için öylesine silinmez bir yüz karası ki; bu büyük ayıpta şöyle ya da böyle rol alan, kenarından köşesinden bulaşan ya da sessiz kalarak "suça iştirak eden" o kadar çok kişi ve kurum var ki; bu olayın doğru dürüst bir hesaplaşmasının yapılmasının daha epey zaman alacağı anlaşılıyor.
Ama gerçek olan şu ki, ne kadar ertelenirse ertelensin, bu hesaplaşma bir gün yapılacak. Ve eğer Türkiye demokratikleşmeye devam edecekse sonunda bir gün bu ayıpla yüzleşmek zorunda kalacak.
Kadınların baş örtüsünün milletvekilliği için engel teşkil etmediği, tam tersine bunun temsili demokrasinin iyi işlemesinin olmazsa olmaz şartı olduğu; başörtülü kadınların Meclis'e girmesini önleyen yasal bir engelin ne 1999'da ne de şimdi, ne yasalarımızda ne de Anayasamızda mevcut olmadığı kabul edilmek zorunda kalınacak.
İşte o zaman, 1999'daki toplumsal linç psikolojisini hatırlamayacak kadar genç birileri dönüp soracaklar: "Peki Merve Kavakçı'nın kabahati neydi o zaman? Ona bütün o eziyetleri neden yaptınız?" En akıllılar dahil, kimsenin bu soruya vereceği bir cevabı olmayacak.