Deniz çekilince denizin içindeki kayalar büyüdü sandık!

D. Ali TAŞÇI

 

            Yeryüzünde yaklaşık iki milyara yakın Müslüman nüfus yaşamaktadır. Dünyada yüzölçümü itibariyle de yüzde yirmiyi işgal eden İslam dünyasının, bu oranlar ile paralel bir ağırlık taşımadığı ortadadır. Neden?

            Bu soruya verilecek cevabın elbette birçok boyutu vardır. Bu cevaplar eğitimden ekonomiye, kültürden medeniyete, tarihe ve bir bütün olarak İslam’a uzanan uzun yolculukta verilebilir ve idrak edilebilir.

            İslam dünyası 17. asırdan itibaren gerileyerek 19. asrın sonunda ve 20. asrın ilk çeyreğinde dağıldı ve 20. asrın ikinci çeyreğinde İslam dünyası yoktu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra zahiri olarak siyasi bakımdan istiklalini almış gözüktü. Fakat ana problem şudur: Bugün İslam dünyasında 46 İslam devleti var gözüküyor. Bunun aslında anlamı, İslam dünyası 46’ya bölünmüş demektir. Belli dönemlerde müstemleke olmaktan güya kurtulan bu devletler, müstemlekeden kurtulurken, eski müstemlekeciler İslam dünyasını küçük lokmalar halinde bölerek, bağımsız bir devlet olma imkânlarına sahip olmayan birimler haline getirmişlerdir. Bugünkü bölünmüşlük halini ana sebep olarak görebiliriz.

            Bir yanda toprağı olmayan bir yoğun nüfus sahibi Bangladeş gibi, 145 bin kilometre kare ve burada yaşamaya çalışan 170 milyon insan; öbür yanda 1. 750 bin kilometre kare toprak ve 7 milyon nüfus ile Libya! “Zayıf atın kıblesi belli olmaz.” derler, gücünü yitirerek dağılan İslam âlemi, emperyalistlere kolay lokma olunca, onlar da bildikleri gibi İslam âlemini dizayn etmişlerdir. Ruhu çıkmış ölü cesetler haline dönmüşlerdir.

            Bu ülkeler – güya - bağımsızlığına kavuşurken, eski müstemlekeciler (sömürgenler) genellikle bir KADRO yetiştirerek bu ülkeleri serbest bırakmışlardır. Sadece Fransa, Afrika’da 15 ülkenin gelirlerinin yüzde seksen beşini sömürmekle kalmıyor (yılda 500 milyar dolar sömürüyor.), oraların yönetici kadrolarını da yetiştirerek, kendini sağlama alıyor. Kalıcı sömürünün başında da “dil, kültür, anlayış, inanç” dayatma da en başta geliyor. Halife’nin başında bulunduğu bir toplumu “kadro”suz bırakmak mantıklı bir düşünce tarzı mıdır?

İslam ülkelerindeki yönetim kadroları, sömürü sistemi içinde “eğitilmiş” insan kadrolarıdır. Batı eğitim sistemiyle eğitilmiş bu kadroların, oraların halklarıyla dayanışmaları, bütünleşmeleri mümkün değildir. Halkların en küçük bir kıpırdanışı askeri darbelerle sindirilmiş ve fakat “demokrasi” ile yönetilen Batılı efendiler, bu darbeleri her yönüyle desteklemişlerdir. Demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin gelişmesi için değil, İslâm’a karşı olan kuvvetlerin gelişmesini sağlamak ve kendi kültürüne, inancına dönmek isteyen yerlileri sindirmek, korkutmak ve kendi kimliklerinden uzaklaştırmak için “kanlı” bir şekilde kullanılmış, kullanılmaktadır.

            Bir toplumu yöneten kadrolar entelektüel kadrolardır. Bu kadrolar eğitilip onları İslâm ile tanıştırmadıktan sonra, İslâm âleminde sorunların çözülebilmesi pek mümkün gözükmemektedir. Bu, şuna benzer; evin çatısı yok, her yağmur yağışında odalardaki halıları değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Çatıyı geçtik, evin temelini ele geçirmişler; tapusunu, isimleri bizden, cisimleri ve ruhları onlardan olanların eline vermişler, bizler hak iddia ettikçe tapuları adeta gözümüze sokmaktan çekinmiyorlar. Halk okuduğunda (bazılarında buna da imkân yok) çocuklar adeta devşiriliyor, özünden uzaklaşıyor; bunu gören halk okullara karşı tavır alınca, “gerici, yobaz” damgasıyla aşağılanıyor, “göbeğini kaşıyan” oluyor.

            İslâm dünyasında zenginler ve okumuşlar ve aydınların inanç bakımından manevi değerleri zayıftır, hatta hiç yoktur. Bu nedenle halk – aydın, okumuş çatışması kaçınılmazdır. Fakir ve okumamış olan halk manevi değerlerine bağlıdır, fakat onlar da bilinçli değil, maddi imkânlardan mahrumdur. Batı’da genellikle ordu, kilise, sermaye kesimi ve aydınlar inançlıdır; yani kendi kültürlerine, uygarlıklarına bağlıdır; çünkü okulları buna göre kurulmuş, öyle yetişmişlerdir. En azından halkın değerlerine karşı saygılıdır. Okumamış olan kesim ise genellikle inançsızdır. (Bizdekinin tersi mi diyorsunuz?) Bizi yöneten kadro ve yönetilen kitle arasında en az yüz yıldır çatışma mevcuttur ve bu gerginlik nedeniyle de ileri adım atabilmemiz zordur. Aydını, millet tam benimsemiyor; aydın da milleti tam benimsemiyor. Ortaya bir “aydın oligarşisi” çıkıyor ki bu, beyinlere kezzap atmaktan da beter oluyor.

            Bugün İslâm dünyasındaki ana problem eğitimdir. Bu eğitim nasıl olmalıdır? Esas mesele budur. İslamî bir içerikle bezenmiş bir eğitim şarttır. Bilgisizlik, ardından gelen bilinçsizlik İslâm dünyasını silip süpürmektedir. Sadece “oku” ile başlayan bir eğitim değil, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku.” diye başlayan bir eğitime havadan, sudan daha muhtaç olduğumuz inkâr edilemez. Rabbinden ilham almayan bir okuma dünyayı kana bulamaktan çekinmemektedir. Bugün Filistin’de, Gazze’de dünya müstekbirlerinin “okumuş” çirkin yüzlerini görmekteyiz.

            İslam’ı üç bölüme ayırırsak; itikat (iman), ibadet ve sosyal hayattaki muamelat (Hepsini kuşatan ahlâk). İslam dünyasındaki büyük çoğunluğun “Elhamdülillah Müslümanım” dediğini görmekteyiz. Fakat ibadetlere sıra gelince bir dökülme baş göstermektedir. Namazsız, oruçsuz hayat adeta özenilir hale gelmiştir. İtikat (iman) noktasında büyük bir cehalet göze çarpmakta, hele ahlâk ve muamelat, davranış kuralları manzumesine geldiğimiz zaman bu insanların İslamî kurallara uymadıklarını görmekteyiz; çünkü hayatta olmayan kurallara uymak nasıl olabilir? İmanda (şirk) içinde, sosyal hayatta İslamî kurallardan uzak, ibadette laubalilik, ahlâkta yozlaşma İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır; çünkü bilgisizlik had safhadadır.

            Evet, İslâm dünyasının kendi öz değerlerine dönerek köklü bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Bu fıtri eğitim olmadıkça gün yüzünü görebilmemiz pek mümkün değildir. İnsanlar Allah’ın emirlerini bilmekle mükelleftir. Din, Allah’ın kullarına nasıl yaşayacaklarını gösteren kurallar bütünüdür. Müslümanlar, kendi zihinlerine dolan ideolojilerden, dünyevi sapmalardan kurtulup, Din ile tanışmak, onun ile yoğrulmak zorundadırlar. (La İlahe İllallah, bunun adıdır.) Ancak bugünkü aşağılık kompleksinden bu şekilde kurtulmak mümkündür.

            Rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın sözü ile bitirelim:

            “ Müslümanlar yeryüzüne hâkimken, her tarafı deniz kaplamıştı ve suların içindeki kayalar gözükmüyordu. Yeryüzünden Müslümanlar çekilince, deniz de çekilmiş oldu. Şimdi uzaktan bakanlar, denizin çekilmesiyle ortaya çıkan kayaların, molozların ne kadar büyüdüğünü söylüyor. Evladım, kaya büyümez, deniz çekildi!”

            D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci