Edep, kelime olarak “ İyi ahlâk, incelik, terbiye” anlamlarına geliyor. Fakat sözcükler zaman içinde, medeniyet bahçesinde filiz veriyor, olgunlaşıyor ve “kavram” meyvesi olarak sofralarımıza konuyor. Meyve, tohum değildir, ama ondan da uzak değildir. Kavramlar, uzun bir sürecin, uzun bir yaşamın damıtılmış örnekleridir. Hatta yaşanan medeniyetin kodlarıdır da diyebiliriz.
Bizler İslam Medeniyeti’nin müntesipleriyiz. Bu, âlemleri Yaratan Allah’ın, Sevgilisi vasıtasıyla, bir Kitap’la (Kur’an) bize duyurduğu yaşam biçiminin adıdır. Medeniyetimizin ana kodları, Hira’da demlenen ruhun, Medine’de kalıba dökülmüş şeklidir.
Edep, işte bu kutlu Medeniyet’imizin ana kodlarının başında gelmektedir. Edebin bir anlamının da terbiye olduğu dikkate alınırsa, Sevgililer Sevgilisi’nin şu sözü çarpıcıdır: “ Beni Rabbim terbiye etti; ne güzel etti terbiyemi.” Bunun adı mükemmelliktir ve insanların da en mükemmeli O’dur; çünkü O, insanlığın çıkabileceği zirvenin en tepesine, Rabbinin terbiyesi sayesinde çıkmıştır.
Çocukluğumda annem “terbiyeli çorba” deyince şaşırırdım. Çorbanın veya bir başka yemeğin de terbiyelisi mi olurmuş, diye düşünürdüm. Meğer yemekte terbiye demek, tat demekmiş! Malzeme ne kadar iyi olursa olsun, dengeli bir karışım yapamamışsanız, yemeğiniz leziz olmaz.
Edepli insan, tatlanmış insan demektir; çünkü o, iyi bir aşçının elinden çıkmıştır. Öyleyse her şey gibi, edebin de bir ustaya ihtiyacı vardır. Renklere ressamın eli değince harika bir tablo ortaya çıkar, aceminin elindeyse kir olur, leke olur renkler. Edepli insan toplumun örnek tablosu gibi dururken, edepsizler de kir ve leke gibi iğrençliklerini belli ediyorlar.
Her güzelliğin mayasında edep denilen bir huri bulunur. Edebiyat da edep kökünden geldiğine göre, onun da özünde şiir denilen bir güzellik gözleri kamaştırır. Çünkü şiir, edep tornasından geçen sözcüklerin mısralaşmasıdır. Mısranın veya şiirin tümünün ana kodlarına uzak düşen kelimelerden güzel şiir ortaya çıkmaz.
Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiirinde geçen “serin serviler” tabirine bir bakalım:
“ Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde / Gönlü her yerde bir buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.”
Üstad, bu dörtlüğünde geçen “serin” sözcüğünü yıllarca bulamamış ve onun yerine “ yüksek serviler, derin serviler” demiş; ama bir türlü tatmin olamayınca, bir rivayete göre, bu şiirini 12 yıl yayınlamamış. Ne zaman “serin” sözcüğünü bulmuş, o zaman bu şirini okuyucusuyla buluşturmuş. Yani dörtlük, edebini bulunca yayınlanmış.
Edep, insanın kendi nefsinde, ailede ve toplumda çizgiyi aşmaması, dengeyi tutturmasıdır. İfrat ve tefrit (her iki uç) bozulmanın adı olduğu için çirkindir ve ruh bozgunculuğunu üstlenir. İşte uygarlık, ruh bozguncularının kurmuş oldukları sitelerin adıdır ki, plazalarının pencerelerinden kan damlarken, içlerinden de feryatlar yükselir. ( Medeniyetle uygarlık eş anlamlı değil, bana göre tam zıt anlamlıdır.)
Edep, yaradılış kodunu bozmamaktır. Her varlığın bir kodu olduğu gibi, insanın da kodu vardır ve bunun adı edeptir. Kodunu bilemediğiniz hiçbir şeye ulaşamazsınız. Edep koduna bürünmemiş bir insanın ruh derinliğine de ulaşmak mümkün değildir. Bu insan yabandır ve ruhunu bozduğu için de Hak katında “bozguncu” adıyla anılır. Oysa varlığın en güzeli insandır. Edepsizlik, aynı zamanda insanlıktan da uzaklaşmak anlamına gelir ki bu, ebedi bir hüsrandır.
Terbiye (edep), fıtratın gelişim sürecidir. Bir elma tohumu toprağa düşer, iyi bir bahçıvanın bakımı sonucu, mevsimler içinde de demlenerek, elma ağacı olur ve meyveye durur, çoğalır. Her insan fıtraten temiz olarak dünya bahçesine düşer. Bu temizliğini korur ve dünya denilen sistemle çelişmezse “insan-i kâmil” olur ve ebedi mutluluğa ulaşır. Mevlâna, “ İbadet, evrenle bütünleşmektir.” der. Edep, insanı evrenle bütünleştiren girinti ve çıkıntılara doluşan ayrık otlarını temizleyerek varlığın dışına düşmemektir. Bunun adı uyumdur, ahenktir; bunun adı güzelliktir ve bunun adı İNSAN olmaktır.
Cennet, sonsuzluğa insan olarak gidebilenlere sonsuz bir armağan, sonsuz bir kabul yeridir. Kendilerini bozmadan koruyabilenlerin ödüllendirildiği yerdir. Yabancılaşmayanların, dostların mekânıdır. Bütün bunlar için DİN denilen bir sistemin içinde yer almak zorunluluğu vardır ve bunun adı mutluluktur. Çünkü insan bu sistem içinde kendini tanıyor ve mutluluk, kendini tanımanın insanda uyandırdığı cennet kokulu duygunun adıdır ve bunun başında da edep gelir.
Cehennem ise, edepten uzak yaşayanların, yani kendi yaratılışlarını bozanların, yaradılış kodlarını unutan veya tahrif edenlerin, insanlıklarını yozlaştıranların doluşacakları karanlık yerin ve unutulmuşluğun adıdır. Yakıtı olmayan motor çalışmaz; ruhun yakıtı olan ibadetler(edep- adap) olmadan insan nasıl çalışsın ve menziline ulaşsın?
Medeniyetimizin edep çizgilerinden bazı somut örnek başlıklarını hatırlayalım:
“Hayâ, sırrı korumak, ahde vefa, güzelliği muhafaza, tatlı söz ve güler yüz, teenni (orta yol) ile hareket etme, vakar ve sekinet, misafire ikram, hayır olanı müjdelemek, hakkı tavsiye etmek, istişare, her işe Besmele ile ve sağdan başlamak…”
Bunların her biri, başlı başına kitaplık çaptadır ve medeniyetimizin önemli kodlarıdır. Ve bu kodların mecmuuna (bütününe) edep diyoruz.
Mevlâna, “ Cins cinsini çeker.” der. Edepliler, kendilerine göre dünyada bir “edep devleti” kurmazlarsa, edepsizlerin istilasına uğrarlar ve ekonomileri, siyasetleri, kültürleri; yani insanlıkları, yani medeniyetleri bozulur, bozguna uğrarlar ve silinip giderler. Tavus kuşunu eşek ahırına tıkarsanız, orada kanatları yolunur; her göz güzelliği kaldıramaz.
Atalarımız, devlet dairelerinde ve görünür yerlerde “Edep Ya Hû” levhasını asarlarmış, ne hoş; insan unutkan bir varlıktır; ona sık sık bazı güzellikleri hatırlatmak gerekir.
Edebin aslı, “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, senin de başkalarına yapmaman.”dır.
Edep, varlığın yaradılış kodunu bozmadan yaşamanın adıdır. Edep Ya Hû!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci