Eskiden Doğu taraflarında bir aşiret paşası varmış. Poker oynarmış.
Oyuncu: -100 lira daha!
Paşa: -1000 olsun!
Oyuncu: -Olsun paşam!
Paşa: -Neyin var?
Oyuncu: -Ful…
Paşa: -Kare As!
Paşa böyle der, yani üstün kâğıdın sadece adını söyler, kâğıdını göstermez ve parayı çekip alırmış. Paşanın, oyun kurallarına göre kaybetmesine imkân var mı?
Bir ülke sürekli olağanüstü şartların dayattığı darbe anayasalarıyla yönetilirse, darbeyi yapanlar, yani oyunun kurallarını hazırlayanlar hiçbir zaman oyunu kaybetmezler; ta ki yeni oyun kuralları hazırlanıncaya kadar.
Kaybeden kim olur? Paşanın karşısındaki oyuncu, yani halk olur.
Bugüne kadar hep böyle olmadı mı?
Hep böyle oldu.
Şimdi olan nedir?
Paşaya elini açması söyleniyor. Bundan daha demokratik bir söylem biçimi olabilir mi?
Bunca yıldır “Elini aç paşam!” diyen olmadı, olamadı.
Korku dağları tutmuştu.
Bir yere korku sinmişse, orada ikiyüzlülük, sünepelik, korkaklık, vurdumduymazlık; hâsılı münafıklık başgösterir.
Kimse kimseyi sevmez, kimse kimseye güvenmez; herkes kaçak oynar.
Nesillerin ahlakı bozulur. Güçlüler, zalim de olsalar, alkışlanır ve toplumsal düzen büyük yaralar alır.
Herkes kendine göre yasalar icat eder, yargı mensupları tarafsızlığını kaybeder ve hukuk ‘Aşiret Paşası’nın kanunlarına kurban edilir.
Asıl vahim olanı ise, yöneticiler arasındaki parçalanma, bölünme ve bunun getirdiği güvensizliktir. Herkes herkesin kurdu olmuştur. Kim kimin ayağını en iyi şekilde nasıl kaydırırsa, o, günün veya yılın kahramanı olur. Darbecilik, bir nevi kahramanlık algısı haline gelir.
Bu durumda, herkes kendini öne çıkarmaya çalışır, başkalarını engel olarak gördüğünden, onları yok etmek için çaba harcar.
Birlikte ve gizli olarak yapılan faaliyetler bir biçimde medyaya sızar. Bunu, birileri dışarıdan içeriye sızarak yapmaz, bilakis içeriden ve ‘dost’ bilinenlerce dışarıya sızdırılır. Amaç, en yakın arkadaş da olsa, önünü tıkayan herkesi tepelemektir. Bu, oyunun kuralları kendileri tarafından oluşturulan insanların bumerangıdır; sonunda onları vurur.
Kitleler sindirilir ve belli bir zümre olağanüstü payelerle donatılarak üst kademelere getirilirse, bu ‘olağanüstü insanlar’ kendi aralarında veya başkalarına karşı alt olmaya rıza göstermezler ve bu durumu içlerine sindiremezler. Böyle olunca, kendilerinde ‘olağanüstülük’ vehmeden bu insanlar, herkese karşı ‘tetikte’ dururlar ve kimseye de güvenmezler. Zaman zaman ruh halleri bozulabilir ve intihara kadar sürüklenebilirler.
Masaya oturur, elini açmadan oyunu kazandığını söyler ve bunu söylerken de sesi tehdit yüklü olur.
Gün gelir, vadeler dolar ve deli dolu bir ses:
‘Elini aç paşam!’ der ve büyü de bozulur.
Bu ilk ses çok önemlidir, ondan sonra sesler birbirini izler:
‘Elini görmek istiyoruz paşam! Elindeki kare as değil paşam!’
‘Bundan sonra oyunun kurallarını halk belirleyecek paşam!’
Bu seslerin yankılarına hiçbir güç dayanamaz. Artık oyun bozulmuştur ve kurallar yeniden belirlenecektir.
Korkunun ve korkunun çocuğu olan aldatma ve yalanın yok olduğu yerde akl-ı selim hakim olmaya başlar.
İnsanlara güven gelir. Layusel grup ve insanların olmadığı fikri ağırlık kazanır. Herkes yasalar önünde eşit olur ve bu durum derin mutluluklar doğurur. Yüzler güler ve ümit, ülkenin kutup yıldızı haline gelir.
Fakat bir doğa yasası vardır; siz ne yaparsanız yapınız, herkesi memnun ve mutlu edemezsiniz. Aslolan adaleti sağlamaktır; bu, birilerinin canına ve malına mal olsa da.
Suç, pislik gibidir; adalet güneşi suça vurunca onun iğrenç kokmaması düşünülemez.
Ne yapalım ki adaletsiz (güneşsiz) de yaşanmaz.