Bir iki gün hasta yatağına yattığım zaman bir şeyin farkına vardım. Dünyada hasta yatağından daha pahalı bir şeyin olmadığını hissettim! Pahalı ne demek, dünyanın tüm zenginleri birleşseler bile onu alacak güçleri bulunmuyor.
Arabana bir şoför bulabilir, eşyanı taşıyacak bir hamal tutabilir, işlerini görecek bir yardımcı alabilirsin; fakat senin hastalığını satın alabilecek dünyada bir insan bulamazsın!
İnsan ne kadar yalnız ve çaresiz! Milyarların olsa, hiç kimse senin hastalığını satın almıyor, alamıyor. Büyük bir iştahla soğan ekmek yiyen gürbüz bir delikanlıya mı hayran olursunuz, yoksa tüm zenginliğine rağmen hastalıkla boğuşan birine mi?
Fakat;
Hastalığın öyle ince manevi bir damarı vardır ki, o damarı keşfedenler farklı bir dünyanın kapısını aralayabilirler.
Acziyetinizi anlıyorsunuz. Zenginliğinizin bir işe yaramadığını görüyor ve hakikatin sahiline varıyorsunuz. Dünya denilen hayal âleminin gerçeğini hissediyorsunuz. Çuval çuval paranın peşinde koşup onu paylaşmayanların, sonunda pişman bir para hamalı olduğu ortaya çıkıyor.
Şöyle düşünün; Yatalak bir hasta, necasetten taharet içinde değil, fakat teyemmüm yaparak yatak içinde namaza durmuş. Ceset zayıf düştüğü için ruh güçlü ve o ruhla “Allahu Ekber” diyerek dünyayı arkasına atmış. Bu hastanın o andaki ruhi coşkusunu ve buna eşlik eden gözyaşlarının inci gibi yüzünden aşağıya doğru akarken duyduğu manevi hazzı, hiçbir sağlıklı insanın anlama şansı yoktur. İnsan acizliğini ta içinde hissettikçe, Rabbine daha çok yaklaşır, iç dünyası coşar; bu coşkunun vermiş olduğu mutluluk, onun dünyasını adeta cennete çevirir. Hastalık istenmez; fakat geldiğinde onu, maneviyatına bir köprü yapabilen nice güzel insanlar vardır.
Peygamberler tarihinden biliyoruz ki, Eyüp Aleyhisselam, hastaların şahı olarak ve asla isyan etmeyerek Rabbinin rızasını kazanmıştır.
Bir arkadaşımın sağ tarafı felç olmuştu. Bir gün bana dedi ki; “ Şu kapıyı görüyor musun, onun kolunu çevirerek dışarı çıkabilmenin heyecanı ve mutluluğunu sağlıklı iken duyabilseydim, hep o kapının kolunu çevirecektim.”
Hayat iç içe geçmiş kutucuklara benziyor; kimileri bir iki kutu açıp daha sonrakilere bakmadan hazlarının peşinde sürüklenip gidiyor. Kimileri de vardır ki, kutucukları bir bir açıp hayatın deruni sırrını öğrenebilmenin ruhi tatminine ulaşıyor.
Hastalık, bir nevi cesedin saldırısından kurtulup (çünkü beden saldırıya uğruyor.), ruhi özgürlüğe kavuşmanın adı olsa gerek. Güçlülüklerini, yakışıklıklarını; güzelliklerini öne çıkarıp onları ilahlaştıranlara inat, geçici olan bu özelliklerini putlaştırmadan, ruhunu kanatlandırabilen insanlara sunulan bir armağandır; hastalık! İstenmez, fakat geldiğinde de ondan azami derecede istifade edilir. Hayatın her görüntüsü insan için bir sınav değil midir?
Elhasıl, beden biriktirmekten çok, sonsuzluk yoldaşımız olan ruhumuzu donatalım değerli dostlar. Yalnız doğduk ve yalnız öleceğiz; iki yalnızlık arasındaki kalabalıklara aldanmayalım.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci