ERBAKAN HOCA’YLA BİR RİZE GÜNÜ

D. Ali TAŞÇI

 

            Yıl 1973. Sanırım mayıs ayıydı. Öğretmen okulu öğrencisiyim. Rize sokaklarında gezerken, bir Anadol arabanın üzerinden yapılan bir anonsa dikkat kesiliyorum: “Yarın saat 13.00’te Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Sayın Profesör Doktor Necmettin Erbakan, Ses sinemasında halka hitap edecektir!”

            Bugüne göre çok kapalı bir zaman dilimi o yıllar. 1971 muhtırası verileli iki yıl olmuş. Ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmiş. Ülke ara dönem başbakanlarıyla idare ediliyor. Halkın gözü açık değil; çünkü iletişim yok denecek kadar az. Mesela, Rize’de o yıllar hiçbir evin çatısında Tv anteni yok; çünkü yayın yok. Gazeteler ise tek tüfek. Milli Gazete de yeni çıkmış; onu izlemeye çalışıyorum ve Erbakan’dan haberim var.

            Erbakan’dan haberim var; ama onu yakinen hiç görmemişim; sadece Milli Gazete’de yayınlanan resimlerinden tanıyorum. Hiçbir gazete ondan söz etmiyor. Milli Gazete’nin ikinci sayfasının alt köşesinde “ Basında MSP” diye bir yer var, ama bazı günler hiç yayın yok; çünkü hiçbir basın MSP’ye yer vermiyor.

( Burda parantez açıp bir duruma temas etmek istiyorum. 1973 seçimlerine iki gün kala Hürriyet gazetesi o güne kadar hiç söz etmediği MSP’den söz ederek, manşetten şunları yazıyor: “ MSP’nin Türkiye’de çıkaracak olduğu milletvekili sayısı belli oldu; Konya bir, Urfa bir ve İstanbul bir olmak üzere üç milletvekili!”)

            Ertesi günü iple çekiyorum! O gün gelince okulu da astım, gitmedim okula. Ses sinemasının yolunu tuttum. İçimde bir tedirginlik var; ya öğretmenlerim veya arkadaşlarım beni görürlerse! “ Seni Şeriatçı- yobaz, örümcek kafalı!” derlerse!

            Her şeyi göze alarak Ses sinemasının önüne geldim. Ortalıkta birkaç kişi var. Hepsi bu kadar mı? Demek ki biraz erken gitmişim. İçeriye girdim, en önden üç sıra arkada ve köşede oturdum. Biraz sonra kalabalık gelmeye ve sinema dolmaya başladı. Meğer Hoca’yı halk yolda karşılamaya gitmiş.

            Şimdi Hoca’nın salona girmesini bekliyoruz. Salon tıklım tıklım dolu. Kafalar, gözler fır dönüyor, sağa sola bakıyor. Heyecan dorukta! Bir anda salonu dolduran bir slogan atılıyor: “Mücahit Erbakan!” Gözler Hoca’ya odaklanırken, alkışlar salonu inletiyor.

            Erbakan Hoca, vakur haliyle direkt olarak sahneye çıkıyor. Birisi Hocayı takdim ediyor ve Hoca, mikrofonu eline alıyor. Salonda sinek uçsa sesi duyulurdu, herkes pür dikkat Hoca’ya odaklanıyor. Belki bir dakika veya daha çok hiç konuşmuyor, salonu tarıyor gözleri. Sonra kendine çeki düzen veriyor ve (evet) asırlardan imbikleşip gelen ve yürekleri sarsacak o sözü söyleyiveriyor:

            “ Esselamûaleyküm Rizeli hemşerilerim!..”

            Bir anda salondan farklı sesler yükseliyor! Sanki herkes anlaşmış gibi yüksek sesle herkes ağlıyor! Farkında olmadan ben de ağlıyorum! Salon adeta ana baba günü! Yanımdaki yaşlı adam, mendiliyle gözlerini silerken mırıldanıyor: “ Allah’ım, bugünleri bizlere gösterdin ya, sana hamdolsun! Koskoca bir makine profesörü bize selam veriyor, Allah’ın ismini anıyor!”

Yarım asırdan fazla bir zaman bu millet, yöneticilerinden bu tarz sözler duymamış, şaşırıyor. Üstelik bir ilahiyat profesöründen değil de bir makine profesöründen duyuyor.

Bunun adı medeniyet boşalması idi. Uzun zaman medeniyetinden uzak düşürülmüş bir milletin, Yusuf gibi kuyuda veya zindanda beklerken duyduğu kurtuluş sesiydi bu. “Atma Hamidiye atma”yla büyümüş, sahilinde sekiz idama şahit olmuş bir neslin çocukları, şimdi içlerinde demledikleri sesle aynı frekansta buluşmuş bir sesi duyduklarında, ister istemez gönülden asırlık feryatlarını dile getiriyorlardı.

Ondan sonra Hoca ne demiş, ne dememiş kimsenin pek de umurunda değildi.

Konuşma bitti, kalabalık camiye doğru yürüdü; namaz kılınacaktı. O da ne? Erbakan Hoca ve arkadaşları da camini yolunu tutmuşlardı. Hep birlikte camiye girildi. Şimdi ağlama sırası camideydi. Yaşlılar gözyaşları içinde yine mırıldanıyorlardı:

“Allah’ım, bu ne güzel bir gün! Bir partinin lideriyle birlikte sana secde edeceğiz! Bütün dünya benim olsa, şu anki manevi zevkimle hiçbirini değişmezdim!”

(Sonra “Erbakan Hoca Rize’de iki defa öğle namazı, Çayeli’nde aynı şekilde ikindi namazı kıldı.” tarzında iftiralar ayyuka çıktı. Halkın da pek suçu yoktu aslında, hiç parti lideri, üstelik bir profesör, namaz kılar mıydı? Allah’a secde eder miydi?)

Erbakan Hoca, bu millete medeniyet yolunu gösterdi, emniyet ve kendine güven duygusu verdi ve ömrünü tamamlayarak, her fani gibi, ahirete göç etti. Yedinci ölüm yıldönümünde ona, Rabbimden mağfiret diliyorum. Rabbim onu cennetiyle ödüllendirsin!

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci