Erkek kadının vatanı, kadın erkeğin gurbeti… Yani aşk!

D. Ali TAŞÇI

 

            Aşk!..

            Varlığın nabzında atan sır!…

            Sevgi olmasaydı, bir yaprak bile kımıldamaz, bir böcek hareket etmezdi yeryüzünde.

            Katiller bile sevginin kurbanı. Onların hangi kutsalına dokunulmuş ki, tetiğe parmak basabilmişlerdir? Hatta katiller, sevgi yoğunlaşmasının kurbanlarıdır:

            Eşiyle birlikte yürüyen birinin elinden eşini almaya kalkışın. Eş sevgisi veya toplumsal statüdeki yerinin sarsılma endişesi ( nefs sevgisi ), o kişiyi katil edecektir. Dolaylı sevgi boşalmasıdır bu.

            Allah, Âdem’i yarattı; Âdem’de de Havva’yı yarattı. ( “Sizi bir tek candan –Âdem’den- yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini –Havva’yı- yaratan O’dur.” A’raf,189)  ( Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan…” Nisa,1)

Âdem’den Havva’nın çıkışı, aynı zamanda cennetten de çıkış oldu ve gurbet başladı. Bu gurbetin adına dünya dendi.

            Havva’nın çıkışıyla, Âdem’de boşalan yer arzu ile doldu. Âdem, kendisine olan sevgisi nedeniyle kadını sevdi.

            Âdem aslında Havva’yı sevmekle kendini sevmiş oldu. Havva da Âdem’i sevmekle vatan hasretini giderdi. Güzel olan Havva değildi; Havva’daki Âdem’di. Âdem kendine âşıktı; kendini sevebilmesi için Havva’ya muhtaçtı.

            Havva, Âdem’in gurbeti; Âdem, Havva’nın vatanı oldu.

            Bütün aşklarda hasret ve vuslat bunun için önemlidir. Hasretsiz aşk olmaz, vuslatsız da varlık anlaşılamaz. Aşk, yok olmaktır; yokken var olmaktır. Bu çileye ancak insan dayanabilir; çünkü insan, “ Eşref-i mahlûkat”tır.

            Böylece erkek hep arayan, kadın ise aranan oldu. Bu yaradılış sırrı ters çevrilirse, her iki cins de varlık özelliğini kaybeder.

            İnsanın kırk altı kromozomu vardır ve bunlar yapı taşlarıdır.

            Erkekte yirmi üç x (dişi) ve yirmi üç y (erkek) kromozom mevcuttur.

            Kadında ise, kırk altı kromozomun tümü x (dişi)’tir.

            Fiziksel olarak bile erkeğin, kadını kendi içinde sakladığını göstermektedir bu durum.

            Bir kadını sevmek, onda var olmak; bu, kendinde var olmanın bir başka boyutudur.

            Allah, Havva’ya tecelli ettiği zaman, Âdem’in gözü kamaştı, kendinden geçti. Artık hiçbir cennet onu tutamazdı; çünkü kendindeki zıddı gördü, Varlık’ı temaşa eyledi. Zıtlar yaşanmadan varlık anlaşılamazdı.

            Aşk, zıtların bileşkesidir.

            Aşk, kendi içindeki bir başka “ben”in farkına varmanın hayretidir. Yunus Emre, “Bir ben vardır bende, benden içeru.” diye inlerken, Sevgililer Sevgilisi, “ Hayretimi artır.” demiştir.

            Âdem, Havva’nın güzelliğinde kayboldu. Havva, Âdem’e ayna oldu, aynada Âdem kendini gördü. Züleyha’nın Yusuf’ta kendi vatanını görmesi gibi; çünkü Züleyha gurbete düşmüştü ve hiçbir mekân onu tatmin etmiyordu, ta Yusuf’u görene kadar.

            Güzel olan, Havva’daki Âdem’di. Âdem kendini seviyordu ve bu sevgisini açığa çıkarabilmek için Havva’ya muhtaçtı.

            Dünya, Âdem’deki Havva’nın mekân tuttuğu yerdi; bu nedenle aşk mekânıydı. Dünya, yeniden bulunmuş cennetti; ama gurbetti.

            Havva kaçtıkça Âdem gurbete düştü, kendinden ve uzaklaştı ve bunun acısını çekti.

            Aşk, insanın kendini keşfetme sanatı. Hiçbir şey, kendini tanımaktan daha mest edici ve sevgili değildir.

            Acının en onulmazı, insanın kendine yabancılaşma sürecidir, çünkü burada insan, insan olmaktan çıkmakta, yani aşktan mahrum kalmaktadır.

            Havva, Âdem’den uzaklaşmakla, Âdem’deki arzuları coşturarak kendini aranır kılmak istemiştir. Bu nedenle kadın, aranır olmaktan uzaklaşınca ölür. ( Acaba diyorum, Feminizm, aranmama endişesi taşıyan kadınların tepkisel bir birlikteliği midir?)  Erkek de arayan özelliğini kaybedince salası okunur.

            Âdem arzulayan (arayan) odu, Havva arzulanan (aranan). Kadın gurbet oldu, erkek vatan. İkisi bir araya gelmeyince insanlık bayrağı yükselmedi aşk vatanında.

            Kadın, Hakk’ı arayışın nesnesi olursa, erkeği Allah’a ulaştırır. Kadın, arayışın öznesi olursa, erkeği kendinde boğar; çünkü çekim alanı çok güçlüdür.

            Bir yerde insana olan sevgi yer değiştirirse, oranın kıyameti kopmuş demektir; çünkü sevginin atomu (varlık sebebi) patlamıştır.

            Örneğin, insan yerine ev, araba, hayvan vb. sevilirse ( sevgide özne olursa ), Âdem cennetten düşmekle kalmaz, ebediyen cenneti kaybeder. Oysa dünyada insan, yeniden bulunmuş cennettir.

            Cehennem, sevginin yanlış yere kanalize edilmesi sonucu, kendi içindeki cenneti boğanların, kendi içindeki Havva’yı göremeyecek kadar kör olanların ve dışındaki Âdem’le bütünleşemeyenlerin, yine kendi elleriyle oluşturdukları ceza evidir. Cehennemde taşlar ve sevgisini kaybederek insanlıktan çıkan insanlar vardır.

            İçindeki Havva’sını aramayan, yitirdiği Âdem’i özlemeyen insanların karanlık kuyusudur, cehennem!

            “Âşıkların gözlerinden akan yaşı ab-ı hayat kıskanır.” diyor, Mevlâna. Çünkü o yaş, sevginin ve ebedi var oluşun izlerini taşır.

            Aşkın yolu, kendini bulma yoludur.

            Cennetten düşen Âdem, aşkın yoluna binerek tekrar cenneti bulmuştur; yani kendini.

            Bizi böylesine bir aşkla donatıp insan olarak yarattığı için Allah’a şükür secdesi ediyor,  secde edebilme gücünü verdiği için de ayrıca O’na secde ediyorum.