“Bir buçuk asra yakın bir süreden beri gelen inkılâpçılarımız anlayamamışlardır ki, adi at, ıstıfa (seçme, seleksiyon) süzgecinden geçirile geçirile “safkan” derecesine ulaştırılabilir; eşekle evlendirilecek olursa, meydana katırdan başkası gelmez.
Tanzimat’tan beri gelen medeniyetler arası muvazaacılığımız (danışıklı dövüş, şike), işte böyle atla eşeği evlendirmeye kalkışmaktan öteye gitmemiştir.” (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü, s. 395, Büyük Doğu Yayınları)
Söylenecek o kadar çok şey var ki, bazen söz bile anlatımda aciz kalıyor.
Üstad ne güzel teşhis etmiş değil mi? Atla atı evlendire evlendire safkan at elde edebilirsiniz, ama atla eşeği çiftleştirirseniz katırdan başkası doğmaz.
Bizdeki zihniyet değişiminin serencamı bu olsa gerek. Yaklaşık iki asırdır kısır ve verimsiz bir ortamda bulunuşumuz, bereket denilen maddi ve manevi tatminden uzak oluşumuz; kültür, sanat ve edebiyatı bir türlü rayına oturtamayışımız, yanlış yapılan bu evliliğin sonucu olsa gerek.
Tanzimat’tan bu yana su yatağında akmıyor. Böyle olunca da her taraf seller altında kalıyor.
İnançlarımız, kabullerimiz, kültürel dokumuz zayıflayabilir; fakat onu tekrar eski güçlü haline getirmek için başka kültür ve inançlarla evlendirmek gerekmiyor; böyle yaparsanız ortaya bir ucube çıkar ve ne olduğunuzu kimseye anlatamazsınız, kimliksiz kalırsınız.
Bizim bir irfan dünyamız vardı; zaman zaman zayıflıyordu, ama at gibi doğurgandı. Onu tekrar safkan at haline getirmek de zor değildi. Ne var ki, eşeklerin kara gözüne, şehvet ve yem yüklü anırışına aldanarak atımızı eşekle evlendirdik! Katır gibi bir yavrumuz var; ne var ki, doğurgan değil, kısırlığa mahküm.
Uzun zamandır üretemeyişimizin, bereketsizliğimizin sebebi bu olsa gerek; yanlış evlilik.
Yeniden üremenin ve üretmenin çaresi yok mudur?
Vardır.
Zayıf da olsa attan at devşirerek bu işi yapabiliriz.
Fakat alışkanlıkları yırtmak, atmak zordur; sabır ister.
Bereketsizliğin adıdır, “katırizm.” Köksüzlüğün, sığlığın, aşksızlığın, vecdsizliğin ve duygusuzluğun tüm hayatı kuşatmasının adıdır.
Kültürel kimliklerini bozmuş toplumlar, önce bireylerinin deformasyonunu yaşarlar. Fert, artık kendi köklerine bağlı olmadığı için küçük bir rüzgârda savrulur gider.
Bireylerin köksüzlüğü, onların kurmuş olduğu aileleri vurur. Ailelerden kara dumanlar yükselir; mutsuzluk adeta hayat olur.
Var olan ailelerin içinde de huzursuzluklar ortaya çıkar; eşler birbirinden emin değildir ve bu durum acıların en katmerlisidir.
Sonra yaşanan şehirler kimliklerini kaybeder; insanlar birbirlerine güvenmez, ticaret ahlakı yara alır; saygı, sevgi, vefa uçup gider. Kalabalıklar içinde yalnız kalan insan adeta can çekişir duruma gelir. Yalnızlığını gidermek için de ya içer yahut kendine veya bir başkasına saldırır. Ruh anarşizmi hayat olarak algılanır. Baba evladının, evlat annesinin; komşu komşusunun can düşmanı haline gelir.
Bu durum sizi sadece içten vurmaz; bu kimliksizlik, düşman ülkelerin de iştihasını kabartır ve sizin bu boşluğunuzdan içeri girerek ekonominizi (ekininizi) ve neslinizi bozmaya çalışırlar.
Başınıza gelenler, kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır; atla eşeği evlendirmenin sonucu budur.
Artık her türlü bağırma organlarından bu sözü duyarsınız:
“Yaşasın katırizm!”
Oysa tarih tekerrür etmektedir:
“Bin atlı akınlarla çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.”
Her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Vardır da gecenin böğründe uyuyan civanları uyandıracak ve secdeye davet edecek bir mübarek ele ihtiyaç vardır.
D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci