Yaz sıcaklarından kaçmak için tatil beldelerine koşuyoruz. Güneşin yakıcılığından serin esen rüzgârların merhametine sığınmaya çalışıyoruz. İnsan zayıf yaratılmış bir varlık; ne soğuğa dayanabiliyor, ne de sıcağa karşı dayanıklıdır.
Tatil beldelerinde herkes birbirine, yıl boyu yaşadıklarını abartarak anlatıyor ve bundan da büyük zevk alıyor. Kim, daha içten ve daha dokunaklı, inandırıcı anlatma yeteneği sergileyebiliyorsa, o, bulunduğu yerde adından söz ettiriyor, gündemi belirliyor.
Gazze mi? Yani şimdi bu rehavet içinde, bu benlik platformunda Gazze’yi hatırlamanın, kan ve gözyaşlarını bu eğlence ortamı içine sokmanın anlamı var mıydı? Alkolün içinde ve şehvetin kucağında kendini unutmak dururken, var olup tekrar düşünmek ve düşüncenin beyne empoze ettiği zehirden kıymıklarla acılar çekmek niye?
Ey koca İslam âlemi! Biliyor musun, senin bu hallere düşmenin temel nedeni, düşünmemek! Sen düşünürken, dünyanın neresinde bir mazlum varsa, onları gözyaşlarınla teselli ediyor, zalimlere dersini veriyordun. Sen düşünemez olunca, zalimlerin döktükleri kanda insanlık, özellikle de Müslümanlar boğuluyor! Bunun birinci derecede müsebbibi de sensin, unutma!
Filistin ve Gazze. Gazze’yi dünya coğrafyasının bir parçası olarak düşünmemek lazım. Orada olup bitenler, zalimlerle mazlumları ayrıştıran bir turnusol kâğıdı. Gazze’nin başına gelenler, dünyanın herhangi bir köşesinde birilerinin başına gelseydi, dayanamazlar, dağılır giderlerdi. Gazze’yi dağıtmayan, hatta onları daha çok birbirlerine yakınlaştıran, birinci derecede imanları ve sonra da orada yaşayanların tümünün gözlerini çadırlar içinde açmaları, binbir zorluklarla boğuşmayı daha annelerinin karınlarındayken öğrenmeye başlamalarıdır. Onlar acının, sabrın çocuklarıdır. Hangi evde şehit yoktur? Bir eve şehit düştükten sonra, o evin tüm halkının dünyevi korkusu ortadan kalkar. Korkusuz ve sonsuzluğa iman etmiş insanlar havuzudur, Gazze! Cihadı hayat, hayatı cihat bellemiş insanlar meşheridir, Gazze!
Gazze İslam âleminin bir çekirdeğidir; tam orta yere bir tohum düşürmüştür ki, bunun adı: İslam Birliği’dir. Anladık, birlik olunmadan özgürlük ve kurtuluş yoktur. Gazze, Hilafet’e giden yolun kilididir, adeta. Sayın Başbakan da İsrail’in bu zalim ve vahşi saldırısını “çağdaş bir Haçlı seferi” olarak değerlendirmedi mi? Haçlıların birliği var, falan ve filanların birliği var da yaklaşık iki milyar Müslümanın birliği nerede? Müslümanlar yeryüzünde rahat yaşasalardı bu birliği sormayabilirlerdi. Ama coğrafyalarında kan akıyor, zulüm devam ediyor. Demek ki bizim uyanabilmemiz için çile çekmemiz gerekiyormuş. Gazze işte bu çilenin kilidi.
Bundan sonra dünya gündeminde İslam Birliği, yani Hilafet tartışmaları olacaktır. Son gelişmeler de bundan uzak değildir. 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırılmadı, TBMM’nin uhdesine devredildi. Gün gelir de Müslümanlar bu haklarını talep ederlerse, işte size hazır duran “şu” denilecekti. Birilerinin eliyle, birileri tekrar iktidar koltuğuna oturtulacak ve zalimler tatillerine devam edeceklerdi. Paralel- maralel hikâyeleri size bir şeyler çağrıştırmıyor mu? Fakat güzel konuşma yeteneği, samimiyet ve sonsuzluğa imanın getirdiği cesareti kendinde mecz eden bir lider, bütün şer odaklarının çanına ot tıkadı.
Halkını iyi tanımayan insanlardan lider olmaz, yük olur. Bunca yıl bu halk, sırtına yüklenen yüklerin ağırlığıyla iki büklüm olarak maalesef yol alamadı; şimdi bu yük sırtından kalktığı için koşar adım ilerliyor. Bundan doğal ne olabilir?
10 Ağustos’tan sonra yalnız Türkiye değil, tüm dünya yepyeni bir anlayış ve kavramla tanışacak. Bunu bildikleri için, zalimlerin tüm güçleriyle Türkiye merkezli İslam âlemiyle uğraşmaları hem çok doğal ve hem de sürpriz değildir. Ama sonunda tüm zalimler döktükleri kanda boğulmuşlardır; tıpkı Firavun gibi!