Üzerinde hayat sürmekte olduğumuz dünyanın veya ortak kaderini paylaştığımız bu yerkürenin üzerinde bugün yedi milyara yakın insan yaşamaktadır. Utanarak itiraf etmeliyiz ki, yedi milyar insanın altı milyarından çoğu aç ve sefil bir hayat sürmektedir. Mutlu azınlık diye tabir edilen ve dünya nimet ambarlarının hepsini tekellerine geçirmiş olan bir avuç zalim koskoca bir insanlığının hakkını ve alınterini insafsızca sömürmektedir.
Elli milyar insana yetecek kadar nimet bolluğunun olduğu bir dünya da yedi milyar insanın altı milyarının açlığı sebebiyle sırtından kemikleri dışarı fırlamış bulunuyorsa, bu manzara bu dünyanın iyi bir dünya olmadığının göstergesidir. Küresel eşkıyalar her ne kadar yenidünya düzeninden bahsetmiş olsalar da, yenidünya düzeni denilen durum yeni bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
Bugün yalnız İngiltere de, son kullanma tarihi geçti diye çöpe atılan gıda maddeleriyle Afrika da ki aç insanları doyurmak mümkündür. Dünyada korkunç bir israf vardır. Kapitalist anlayış bu dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Komünizm çokmuş, kapitalizm ise bir hayli canavarlaşmıştır. Şimdi insanlığın gelmiş olduğu en son durakta yeni bir yola, yanı üçüncü bir yola çıkışın sancıları yaşanmaktadır. İnşallah bu yeni yolculuğun kılavuzları arasında Türk milleti de yerini alır ve bu vesileyle de dünya kaybetmiş olduğu yörüngesini yeniden bulur.
Uzayın fethine çıkıldığı, bütün mahremlerin delindiği, sermayenin hiçbir sınır tanımadığı bir dünya da insanların acından ölmeleri veya sefil insanların tepelerine bombaların yağması bugünkü sözde yenidünya ağalarının utanç fotoğrafıdır.
Yedi milyar insana kan kusturan, nerede herhangi bir sosyal, siyası veya ekonomik bir sancı varsa hepsinin sebebi veya müsebbibi olan bu mutlu azınlık asırlardan beri koskoca bir insanlığı çeşitli akıl oyunları kurarak peşlerine takmayı başarmış bulunuyorlar. İnsanlık tarihi geçmişte çok acımasız çıkar kavgalarına şahitlik etmiştir ve bugünde aynı acımasız savaşı bütün insanlık yaşamaktadır. Tarım toplumu süreci yerini Sanayi toplumu sürecine terk ettiği yıllardan beri bu savaşın en acımasız olanı kuzey yarım küre ile doğu alemi ve Güney yarım küre arasında cereyan etmiştir.
Doymak nedir bilmeyen Kuzey yarım kürenin canavarları Güney yarım kürenin ve doğu dünyasının bütün kaynaklarını iliklerine varıncaya kadar sömürüp tüketmişlerdir. Bu acımasız savaşın günümüzde ki ağırlık noktası Orta doğu coğrafyası olmak üzere son hızıyla devam etmektedir. İlahi takdir sonucu Orta Asya dikenliklerinden yola çıkıp Anadolu’yu vatan edinen Türkler ve atalarımızın inşa ettiği Osmanlı İmparatorluğunun gücü karşısında bu coğrafyanın zenginlik kaynaklarını geçmişte yeterince midelerine indiremeyen batılı Emperyalistler ne yazık ki bugün Orta doğu coğrafyası üzerinde çok çirkin hesaplara dalmış bulunuyorlar.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, Orta doğu coğrafyası üzerinde hayat süren bizlerde dahil olmak üzere bütün bölge kavimleri derin bir esaret altında bulunuyoruz. Her alanda batılı güç odaklarının hizmetkarları durumundayız. Bunun en büyük sebebi bölge toplumlarının mukadderatlarına hükmeden yönetici takımlarının zihinsel olarak çalınmış olmalarıdır. Zihinsel olarak iğfal edilmiş olan sözüm ona işbirlikçi yönetimlerin emrinde ki halklarda çok ciddi oranda aynı şekilde zihinsel olarak kuşatılmış durumdadır. İnsanlık öylesine uyutulmuştur ki, ülkelerinin işgal edilmesini özgürleşme, milli varlıklarının elden çıkmasını özelleştirme diye anlayıp alkışlayabilecek kadar köleleştirilmişlerdir.
Geçmişi reddi miras etmek, geçmişe ait olan her şeyi silip süpürmek gafletini yaşayanların ülkelerin başlarına ne tür belalar getirdiklerini hep birlikte ibretle izliyoruz. Geçmişi karalama ve inkar etme adına korkunç oyunlar oynanmaktadır.
Bugün bu dünyada neler oluyor, bir takım mahzenlerde hangi gizli hesaplar yapılıyor, biz millet ve ülke olarak bu hesapların neresindeyiz gibi sorulara doğru cevap verebilmemiz için önce içine çekilmiş olduğumuz zihinsel kuşatılmışlığımızın, aldatılmışlığımızın veya kandırılmışlığımızın kıskacından kurtulmak ve etrafımızı kuşatan kafesi kırıp dağıtmak zorundayız.
Düşünce dünyamızı kuşatan kafesi kırmadan hiçbir meseleyi Türkçe olarak okuyup yorumlama şansımız yoktur. Zaten bütün sancılarımızın arka planında yer alan en ürkütücü zaafımız dünya ve ülke meseleleri Türkçe okuyamayışımız veya meseleleri kendi penceremizden izleyemeyişimizdir.
Her millet sahip olduğu aydın kadrolarının özgür olabildikleri kadar özgür olabildikleri gerçeği dünyanın her yerinde kabul gören bir görüştür. Bu tespitin ışığında Türk toplumunu tahlil etmeye başlarken işin en başında sömürgeci bir aydın tipi ile karşılaşıyoruz. Milli aydın insan tipini yetiştirmede bir hayli geciktiğimizi, bu sebeple de toplum olarak ciddi bir zihinsel ve şuursal kayma yaşadığımızı acıda olsa derinden hissediyoruz.
Dünya’yı gizli bir gücün idare ettiği fikrini savunanlar veya iddia edenler ile bu dünya da her devlet kendisini yine kendisi idare ediyor düşüncesine takılanların veya bu çirkin oyununa gelenlerin dünyada olup bitmekte olan olayları yorumlayışları, olup bitenlere karşı bakış açıları elbette bir birlerinden çok farklıdır.
Dünya veya ülke meselelerini doğru bir şekilde yorumlayabilmek için dünyanın en yüksek olan tarafsızlık gökdeleninin çatı katına çıkarak meselelere geniş açıdan bakmak lazımdır. Söz konusu yüksek gökdelen özgür düşüncenin ta kendisidir. Özgürce düşünemeyenlerin, hep başkalarının istediği gibi düşünce üretenlerin söz konusu düşünce gökdeleninin bodrum katında hayat sürmeye mahkum edildiğimizi hepimiz idrak etmek zorundayız.
Bizler gibi dünya gözlem gökdeleninin zemin katlarında yaşayan veya meseleleri kendi penceresinden izleme ve görme şansı kısıtlı olan veya başkaları gibi görmeye, düşünmeye mahkum edilen toplumların olup bitenler hakkında sağlıklı yorumlar yapma şansları ne yazık ki çok azdır.
Ortadoğu halkları gibi biat kültürüyle veya suru psikolojisiyle yönetilmeye alıştırılmış, kendisi olmaktan daha çok teslim olduğu çevrelerin insanı olmuş olan sındırılmış bir insan yapısının doğruları görebilmesi imkansız denecek kadar zordur.
Disiplinli olmayı veya ortak paydalara uyum sağlamayı itaat kültürüyle bir birine karıştırmamak lazımdır. Türk aile geleneğinde ebeveynler merkezi otorite konusunda aile içerisinde hükmeden kimselerdir. Bu güzel yanımız son bir asırdır çok insafsızca kullanılmıştır.
Cemaat kültürünün ağır bastığı dönemlerde ebeveynlerden daha çok cemaat liderlerinin insanlar üzerinde etkisi olduğundan dolayı tam bu noktada Türk ailesinin temeline veya ümmetin birliğine ilk dinamit gizli dünya devletinin politikalarının ucuz hamalları durumuna düşürülmüş cemaat veya tarikatlarca yerleştirilmiş olmaktadır.
İdeolojik saflaşmalarda da benzer bir durum söz konusudur. Her hangi bir ideolojiye veya cemaate ram olanlar bahsettiğimiz gözlem kulesinin en alt katlarında yer alan tek cepheli dairelerin sakinleri gibidirler. Onlarda ancak yalnız kendi cephelerinden etraflarına bakabilirler.
Kısaca ifade etmek gerekirse şu hususun altını çizmek lazımdır. Dünya gökdeleninin müdavimleri olan milletler dünya gökdeleninin hangi katında bulunuyorsalar o katın pencerelerinin görüş alanında ki meseleleri görebilme şansına sahiptirler.
Çağımız her ne kadar paylaşım ve iletişim çağı olsa da; gizli dünya devletinin vampirleri kendi istedikleri kadar bize görme, bilme, tüketme veya tatma hakkı tanımaktadırlar. Daha düne kadar hamburger nedir bilmeyen Anadolu insanının hamburger imparatoru olabilmesi ne kadar şaşırtıcı ise, bazı sözde dincilerin papazlarla veya keşişlerle yenidünya düzeninde kucak kucağa gelmeleri de elbette o kadar manidardır.
Şimdi esas konumuza gelmek istersek şu noktayı işaret ederek meseleye bakmaya çalışalım. Son yıllarda Türkiye de enteresan işler olmaktadır. On yıl kadar önce savaş sebebi sayılan durumlar bugün hovardaca peşkeş çekilmekte ve yine on yıl önce dinden çıkma denilen bir takım hususlar bugün dinin gereği olarak karşımıza konabilmektedir.
Daha düne kadar sokaklarda simit satan bir takım insanlar şimdi zenginler sınıfına terfi etmekte, dün zengin olan birçok kimse ise bu günlerde bir takım operasyonlarla yerlerini başkalarına terk etmeye mecbur edilmektedirler.
Daha düne kadar mahkemelerden kaçan ve yurt dışında yaşamaya mecbur kalan bir takım cemaat liderleri şimdi ülkeyi dışarılardan idare edebilmekte ve ülkeyi yönettiğini zanneden iktidar partisi bile söz konusu ekip tarafından dilediğince oynatılabilmektedir.
Gizli dünya devletinin bilinen veya bilinmez ayakları her yere kadar uzanabilmekte ve ufak tefek karşı operasyonlar olmuş olsa da yinede her türlü gündemi ellerinde tutmayı kolaylıkla başarabilmektedirler.
Son on yıl içerisinde Türkiye çok ciddi ve zoraki bir dönüşüme muhatap edilirken elbette bu dönüşümün teknisyen kadrolarının da yenilerden olması işin gereğiydi. Aynen de öyle oldu ve eskiler içeri tıkıldı veya meydan yenidünya düzenine intibak edecek şekilde hazırlanan yeni takıma açıldı.
Bu dönem de ülkeyi tepeden tırnağa kuşatma veya yeniden dizayn etme operasyonu söz konusu malum cemaate verilmiş ve bugüne kadar da hiçbir iktidarın dile dahi getiremediği konular hükümetin gölgesinde söz konusu bu cemaatin mensupları tarafından rahatlıkla uygulamaya konulabilmiştir.
Ancak son zamanlarda işin dozu bir hayli artmış ve cemaatler arasında beklenen savaşın fitilleri erkenden ateşlenirken başka bir tarafta da ülkeyi yöneten iktidar bu kavgada tarafını belirlemeye hazırlanmaktadır.
Belki birileri bizi komplocu ilan edecekler ama bana soracak olursanız Sayın Başbakan ve etrafında ki yakın ekibi şu cemaatlerden artık gına getirmiş durumdadırlar. Sayın Başbakanın bundan öteye söz konusu çevrelere karşı bugüne kadar gösterdiği hoşgörüyü göstermeme ihtimali çok yüksektir diye düşünüyorum.
Her şeyden önce şu hususu kabul etmek durumundayız. Gizli dünya devleti bu dünya’yı bir arena olarak düşünmekte ve bu arenada birilerini kavga ettirerek dünya değirmenini döndürmektedirler.
Hiçbir kimse zannetmesin ki; dünya imparatorları tarafından kendilerine giydirdikleri iş birlikçi gömleği her zaman kendi sırtlarında kalacak. O gömlek yine kendilerince kirletilecek ve daha sonra da tıpkı bugün olduğu gibi yeni şövalye takımı da bir önceki iş birlikçi takımı gibi taş duvarlar arasına tıkılacaklardır.
Bu oyun bundan sonra eskiye oranla daha hızlı cereyan edecek ve bu sebeple de oyunun her perdesinin oyuncuları yeniden belirlenip yeniden sahneye sürülecektir. Bu kısır döngüyü aşmanın tek yolu geleceğimizi tayın edecek olan bugünkü genç kuşaklarımızı kurulan tuzakların dışında tutup onları milli şuur ve milli ülkülerle yüklemekten ibarettir.
Ata vatan Orta Asya kaynaklı bir atasözüyle yazımı bitirmek isterim. O söz der ki, “bugün geçmişe tabancayla ateş edenler çok yakın bir gelecekte geleceğin top atışlarıyla karşılaşacaklardır.”