İnsan yaratılanların en üstünü olan ve hayatını inandığı dava ile anlamlandıran bir varlıktır.
Gayesiz insanlar çamurdan farksız, sinek kadar silik kimselerdir.
Allaha binlerce defa hamdolsun ki biz, bize verilen ömrümüzü mensubu olduğumuz Türk milletinin var olma kavgasına ve Türk milletinin cihana hâkim kılmak istediği nizam-i âlem davasına adama şuuruyla onurlandırıldık.
İnsani ve bireysel isteklerimizden çok milletimizin bekasını ve hak yolda olan insanlığın ortak kaderini düşündük ve bu çizgide yaşamaya gayret ettik.
Kulluğumuzu en iyi şekilde yapma gayretini sergilerken yalnız Allahın rızasını kazanmayı nefsanî bütün isteklerimizin önüne almaya gayret ettik veya bunu diledik.
Hayatın istemekten ibaret olduğuna olan sarsılmaz inancımızla sürekli bir şeyler istedik ve diledik. Birileri gibi insanlardan veya güçlülerden bir şeyler istemek yerine bizler gerçek adresten dileklerde bulunduk. İnanan insanlar için istemenin gerçek anlamı dua etmektir. Yaratana sığınıp ondan isteme şuurunun ortaya çıktığı nokta mütekâmil insan olma yolculuğunun başladığı nokta olduğu kadar, yüreklerin şahsı çıkar duygularının çok ötelerinde umumi istekler denizine yelkenlerin açıldığı andır.
Biz büyüklerimizden aldığımız ilhamla, cennet mekan kule insanların düşüncelerinden nasiplenebildiğimiz nispette kendimize bir misyon tayın ettik ve o çizgi üzerinde yalpalamadan yürümeyi dava adamlığının gereği saydık.
Zamanın ters esen rüzgârlarına karşı ve sisli havalarda pusuda bekleyen ejderhaların fırsat kolladıkları ve gözlerinin üzerimizde olduğu dönemler haricinde dış görüntümüzden de tavız vermeden kilitlenmiş olduğumuz davaya inandık ve onun için yaşadık.
Kara Eylül diye hafızalarımıza kazıdığımız, sorulması gereken hesapları torunlarımıza bıraktığımız malum dönemde çektiklerimiz bir yana, uğradığımız iftiralar, bize atılan kurşunlar ve çamurlar karşısında gık dahi demeden yolumuzdan caymadık.
O gün bugündür Türk milletinin bekası için yüreğimizce ve gönlümüzce mücadele ettik.
Bu şerefli ve onurlu mücadelemiz musalla taşına gideceğimiz güne kadar da aksamadan devam edecek inşallah.
Geçmişte birlikte mücadele ettiğimiz, bir simiti dahi paylaşırken üçüncü bir arkadaşımızı aradığımız günlerden dost kaldığımız, ancak bu gün bazı sebeplerden dolayı farklı kulvarlarda siyaset yaptığımız bir kardeşimin sorduğu bir soru beni fazlasıyla düşündürdü ve incitti.
Arkadaşım şunu soruyordu! Siz koca bir ömrü bu harekete heba eden, başına gelmedik sıkıntı kalmayan, ömrü sürgünden sürgüne geçen, en ağır işkencelere ve iftiralara maruz kalan bir ağabeyimiz olarak bu gün partinizden ihraç edilmiş bir insansınız. Buna rağmen siz halen MHP diyorsunuz. Siz ne biçim bir insansınız? Arkadaşımızın bu ifadeleri sitem dolu olduğu kadar hayranlık içerdiğini de nezaketten de olsa yine kendileri soyluyordu. Bahsettiğim soru bir ay kadar önce CAMFRONG sitesinde Ülkücü bir odada genellikle yurt dışında yaşayan ve vatan hasretiyle yanıp tutuşan kardeşlerimize hitap ettiğim bir sırada sorulmuştu. Ben soruyu soran güzel kardeşime şunu söyledim. Biz ateş çemberinden geçen insanlar olarak, onbaşıya kızıp ta generalden kopmayız. Bize birileri yanlış yaptı diye biz yanlış yapmayız. Gerçek bir dava adamı yörüngesini bozmaz. Birilerine darıldı diye kervandan kopmaz. Ülkücü insan kin beslemez, gönlünde öfke yaşatmaz. Çünkü Allah merhamet edene merhamet eder.
Her siyasi hareketin bünyesinde değişik sebeplerle zaman zaman sıkıntılar olur ve bu çok da doğaldır. Her yanlış bir doğruyu çağrıştıracağı için bunda yarar da vardır. Ülkücüler arasında dargınlık, kırgınlık, küskünlük olmaz. Birileri gelince birileri gitmez. Bu davaya inanan herkes aynı zincirin halkaları gibidir. LİDER- TEŞKİLAT- DOKTRİN adap ve terbiyesini almış dava adamları hata aramaz, hatalara savaş açar. Kötü insan olmadığına, kötü sebeplerin olduğuna inanır ve kötü sebeplerle savaşmayı kendisine yöntem olarak seçer. Biz bu âlemde ne bir makam, nede bir şahsı çıkarın kovalayıcısı hiçbir zaman olmadık ve kimselerden alkış beklemediğimiz gibi musalla taşına gitmeden madalya talebimizde olmadı ve olmayacak. Ancak; bizim Ülkücülük üniformamızı bize birileri veya bu günkü arkadaşlarımız dikmedi ve giydirmedi. Biz bu şerefli libası cennet mekân Başbuğun tedrisatından geçerek giydik ve ölene kadar da çıkarmayız.
Biz başkaları gibi ıspanak fiyatına satılan, her önüne gelene eğilen ucuz insanlardan olamadık ve olmadık. Biz bu destanı beş bin tane tığ gibi genç çerimizi feda ederek yazmaya başladık ve bu destan tamamlanıncaya kadar yazmaya devam edeceğiz(Allah hepsinin yerlerini cenneti mekân eylesin). Bu kavga, Ankarayı işgal eden teslimiyetçiler oradan kovuluncaya kadar sürecektir. Tekrar ediyorum! Ülkücülükte pireye kızıp yorgan yakmak olmadığı gibi, onbaşıya kızıp cepheden dönmek de yoktur. 23 Temmuz sabahı bütün baykuşların susacağı bir sabah olması dilek ve dualarımla, Yüreği VATAN-MİLLET-BAYRAK-KURAN sevgisiyle dolu insanlara sevgi ve saygıların en tükenmezini sunuyorum. Allah Türk milletinin ve onun dostlarının yar ve yardımcısı olsun.