Bugün 18 Kasım Perşembe. 16 Kasım Salı günü Sezai Karakoç, Fındıkzade’deki evinde dünya hayatına veda etti. Dün, yani 17 Kasım Çarşamba günü, ikindi namazını müteakip, Şehzadebaşı Camii’nde cenaze namazı kılınarak, caminin haziresinde toprağa verildi.
Bir gazete muhabiri gibi bu girişi niçin yaptım? 1971’den beri tam elli sene sen onu adım adım takip et, zaman zaman onunla görüş, bilinç müktesebatının büyük çoğunluğunu ondan al, kitaplarını her eline alışında kendinden geçercesine oku ve onun son gününde cenaze namazına katılma; üstelik de İstanbul’da yaşarken!
Manevi babamızı kaybetme üzüntüsü mü diyelim, cenaze namazına katılamama mazereti mi, içim yanıyor! Koronavirüs dolayısıyla karantinadayım. Ağrılarımı unuttum bu sıkıntıdan!
Üstad, yaşarken de kıymet bilenler tarafından değeri, kıymeti bilinen bir insandı. Meydana sarkmaması, inziva hayatı yaşaması, yazdıklarını hayatına geçirmesi onu çağdaş bir mürşit konumuna yükseltmişti. Halk onu çok tanımazdı, nasıl tanısındı, çok yükseklerde bulunuyordu. Kökleri çok derinlerde, başı çok yükseklerde idi; ama kalbi bir tevazu saati gibi dakik ve merhametliydi. Kurmuş olduğu Diriliş pınarıyla bütün insanlığa Bengisu sunuyordu.
Halk sonucunu görür, sanatçı temelini ve sebebini bilmek zorundadır. Halk yemek yapmasını değil, yemek yemesini bilir. Bu, halkın kusuru değil, sanatçının ödevidir, halkını doyurmak. Medeniyet bahçemize nice nimetler sundu, yemesini bilenler, bahçeye girebilenler için.
“Babam lambanın ışığında okurdu /Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık,
Fetihlerde bayram yapardık /İslam bir sevinçti kaplardı içimizi.” (Şiirler 4)
Hiçbir tohum, ne kadar kaliteli olursa olsun, beslenmiş bir toprağa düşmeden filiz vermez, meyveye durmaz. Bu kadar kaliteli bir insanlık tohumu, babasının (annesinin de etkisi var.) çabaları sonucunda boy attı, filiz verdi, meyveye durdu ve dünyayı tuttu. Tesadüfen bir şey gelişmiyor hayatta.
1971 yılıydı, öğretmen okulunun ilk sıralarını doldurduğumuzda. Aileden almış olduğumuz fıtrat tohumumuz fena sayılmazdı. Ne ki, okuduğumuz okullar, fıtratımızı geliştirmek şöyle dursun, onu kökünden kazımak için her şeyi yapıyordu. Köylü çocuğuyduk, ufkumuz gelişmemişti; lakin aileden almış olduğumuz peygamber sevgisi içimizi ısıtıyor, bizi yaban ellerden korumaya çalışıyordu. Bu, nereye kadar sürebilirdi?
Buhranlar, krizler; akşam olunca ağlamalar; şeytanla nefsin kıskacında can çekişmeye eş acılar ruhumuzu eritiyordu. Önce Üstad Necip Fazıl’ı tanıdım; tanımamla ona kapılanmam bir oldu. Ardından Sezai Karakoç, Üstad’ın talebesi olarak karşıma çıktı ve artık yolumuz belirmişti. Buhranlarım sevince, akşam ağlamalarım, kitaplarını okurken duyduğum tatminden akan gözyaşlarıma inkılâp ediyordu.
“Evrim günlük sularla/ Devrim irinle kanla
Bizse dirilişi gözlüyoruz/ Bengisu kayna ve çağla.”
Durdurulan bir medeniyetin iz sürücüsüydü ve bizler onun ardından yürümekten büyük bir zevk alıyorduk.
Birkaç sene önce Fındıkzade’deki bürosuna gitmiştim; bir saate yakın konuşmasını dinledim. Notlarımın arasına aldığım cümlesi şuydu:
“1918 Mondros Mütarekesiyle her şeyimizi kaybettik, yüz yıllık bir esaretten geliyoruz. İnşallah 2018 yılı, yüz yıllık ruh esaretinden kurtuluşumuzun başlangıcı olacaktır.”
Bir gün lise son sınıf öğrencilerimi toplayarak Cağaloğlu’ndaki Diriliş Yayınları’na götürdüm. Çocuklarla çok ilgilendi. Hatta hatıra olarak Büyük Doğu mecmuasının 1950 yılındaki (sanırım) mayıs sayısını indirdi, bir çocuk heyecanıyla, Büyük Doğu’da, Mehmet Leventoğlu imzasıyla yayınlanan “Sabır” isimli şiirini gösterdi ve ekledi: “200 şiir içinden seçilmiş.”
Şanslı bir nesiliz. 1974 yılında henüz daha iki yıllık olan Milli Gazete’nin başyazarı, “Çerçeve” başlığı altında yazan Necip Fazıl’dı. İkinci sayfasının sol üst köşesinde “Sur” başlığı altında Sezai Karakoç yazıyordu. Üçüncü sayfanın sağ üst köşesinde “Selam” başlığı altında da Osman Yüksel Serdengeçti kalem oynatıyordu. Bu zenginlik, yaklaşık bir yıl sürdü. Bugün mü? Nerde bu zenginlik, demeyeceğim, pınarlar ovalara aktıkça duruluğunu kaybedebilir, ama ağaçlara da inkılâb eder.
Ümmetin birleşerek tekrar İslam Medeniyeti’ni canlandırması için bir ömrünü verdi. Diriliş neslini yetiştirdi. Edebiyatta ve sanatta zirveleri dolaştı ve yeni neslin yüz akı oldu.
Biz senden razıydık Üstadım. Rabbim de senden razı olsun. Mekânın cennet olsun, yoldaşın Efendimiz olsun. Işıklar içinde değil, sen NURlara gark ol. Hakkımız helal olsun. İzini sürmeye devam edeceğiz inşallah. En Sevgiliye, Üstadım…
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci