“Anlaşamıyoruz boşanacağız.”
“Anlaşamıyoruz ortaklığı bozacağız.”
“Anlaşamıyoruz savaşacağız.”
Anlaşmazlıkların sonu yok, uzayıp gidiyor. Hayatın her biriminde mutlaka anlaşmazlıklar vardır ve çoğunlukla da acı sonuçlar doğurmaktadır.
“Gönül alfabesi ve gönül dili”nden söz etmek istiyorum.
Yazdığımız yazıları bilinen alfabeyle yazarız, o alfabeyi ve o dili bilenler o yazıları anlar ve gereğini yaparlar. Bilmeyenler ise dilsiz ve sağır konumuna düşer ve anlaşma sağlanamaz.
Eşler anlaşamamışlar ve boşanıyorlar; hatta “kanlı bıçaklı” bir durumları var. Anlaşamamanın tek nedeni, gönül dilini konuşamamaları ve o dilden anlamamalarıdır. Gönül alfabesinin harfleri, gönüllerinde yer bulmamış ve gönül eğitimini almamışlar. Ya da farklı alfabenin harflerini içlerine kazımışlar veya gönül dilleri aynı değildir. Gönül dili bedensel değil, sevgi ve saygı dilidir. Dünyaya egemen olan dil, bedensel dil olduğundan kavganın önüne geçilemiyor. Oysa gönül dili denize benzer; her tat ve renkte dereler ona akar ve o deniz, hepsini kendi tat ve rengine büründürür. Gönül dili, insanı kâmilin iç denizidir, her renk ve şekil orda sükûna erer.
İş ortaklığı kuruyorsunuz; arkasından kavgalar, gürültüler, hatta cinayetlerle neticelenen ortaklıklar haline dönüşüyor. Gönül alfabesi ve dilinin olmayışından doğan kötü sonuçlar...
Devletler arasında zaten böyle bir dilin kurulabilmesi pek mümkün değil; bu nedenle savaşlar adeta insanlık tarihi olarak karşımıza çıkıyor.
Gönül dili cennet dilidir. Cennette kavga yoktur, orada anlayış ve sevgi vardır. Bu durum dil uyumu doğurduğundan anlayışlar berrak ve gönülden kuşatıcıdır. Bu dili yakalayamayanlar ve bu alfabeden habersiz olanlar kavgadan, savaştan kurtulamazlar.
Dünyadaki eğitimin ana temeli, bu dilin alfabesini çocuklarımıza öğretmek olmalıdır. Bu alfabeyi onlara vermeden insanın kendisini tanıyabilmesi de mümkün değildir. Kendisini tanıyamayan, başkasını niçin ve nasıl tanısın? Kavga, yaban olanların gıdası, gönül alfabesinden uzak olanların cehalet dünyasıdır.
19. yüzyılın sonlarında Esperanto adı verilen bir yapay dil oluşturuldu. Farklı diller konuşan insanların birbirleriyle anlaşmalarını kolaylaştırmak amacıyla oluşturulan yapay dile Esperanto adı verildi. Demek ki, insanların ortak bir anlayışa ihtiyaçları vardır.
Aslında bütün diller Allah’ın ayetlerinden bir ayettir; aslolan o dille neler söylendiğidir. O dilin gönül diliyle kurduğu iletişimdir.
Bizim sözünü ettiğimiz fiziki bir dilden çok, gönül dili ve alfabesidir. Gönül dili yakalanmadıktan sonra, bu dil ortak bir dil olmadıkça bir ailede, iş yerinde; sokakta, caddede; devlette, devletler arasında huzurun yaygınlaşması, mutluluğun yakalanması asla mümkün değildir.
İslâm Din’i pınara benzer; insanın susuzluğunu giderir, içini temizler. Bunun dışındaki izmler, oluşumlar lağım suyu gibidir, insanı, insanlıktan çıkarır. Lağım suyunu hayat belleyenlerin bağırtısına kulak asmadan, pınarları çoğaltmak için insan olanların gayret göstermesi gerekmektedir. Lağımın içinde olanların burunlarına lağım kokusu gelmeyebilir; lakin özellikle son zamanlarda burnumuza lağım kokuları çok kötü gelmektedir; çünkü lağımı karıştıranlar var. Gönlün derinliklerine inerek pınarların gözelerinden suyu ovaya akıtmalıyız.
Öyleyse pınarları bir büyük boruda toplayalım ve şehre su verelim. Verelim de gönül dilleri coşsun; insanlar, birbirlerini anlamanın cennet tadını dünyada alsınlar.
Gönül dilinin ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Onunla iletişim kurabilenler birbirleriyle anlaşabilirler. (Pınarla lağım suyunu ayrıştırmaya kızıp “ayrımcılık” yapıyor diyenlerin, ne kadar yoz ve cahil olduklarını bilelim.) İletişim kuramayanların kavgaları kıyamete kadar devam edecektir. Sonrasında nelerin olacağının en iyisini Allah bilir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci