Bir âşık vardı. Sevgilisinin gözbebeğinde tırnak ucu kadar bir leke bulunuyordu; ama âşık o lekeyi hiç görmüyordu.
Âşığın giderek aşkı azalmaya başlayınca o lekeyi gördü ve sevgilisine sordu:
“ Bu beyaz leke ne zaman ortaya çıktı?”
Sevgilisi şu cevabı verdi:
“ Benim gözümde o leke, senin aşkın azaldığı an ortaya çıktı!”
Kıssadan hisse çıkaralım:
Çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz bir insan, gün gelir ona karşı duyduğumuz sevgi azalırsa, onun kusurları orta yere dökülür. Onun o kadar kusurlarını sayıp dökeriz ki günah bohçasına, günah keçisi olup çıkar karşımıza. Bu durum, genelde bizim ona karşı duymuş olduğumuz sevgide bir azalmanın söz konusu olduğunu gösterir. Daha önce hoşumuza giden davranışları, bu sefer gözümüze batar, bize tiksinti verir.
Sevgi, noksanlıkları, kusurları, günahları örten bir örtüdür. Bir insanın sevip sevmediğini nerden anlayacağız? Seven insan ayıp aramaz; arayansa sevmez. Bir insan da kendini Allah’a sevdirirse, yarın mahşer günü Allah da onun günahlarını örter.
Sevginin en bariz/ görünen özelliği nedir?
Samimi/ içten olmaktır. Samimiyeti akıl test edemez; onun sınanma yeri kalptir.
Kendi ayıplarımız, kusur ve günahlarımız kendimize ağır gelmeye başladığında, başkalarının ayıp ve günahlarını görmeyiz. Yokuş yukarı, ağır bir yükle çıkan biri, başkalarının yapıp ettiklerini görebilir mi? Kusur ve günahlarının ağırlığının farkında olan bir insan bilgedir ve güvenilirdir. Başkalarının kusur ve ayıplarını hiç çekinmeden ortaya dökenler, sevgiden mahrum, kıskanç ve hafif insanlardır.
Sevgiliye çiçek sunulur, değişik hediyeler alınır; bunlar olağan şeylerdir. Çiçek solar, altın harcanabilir; ama sevgiliye ruh ve gönül yangını götürülürse, işte bu kalıcıdır ve sevgilinin yanında da bir değere sahiptir. Aşk da bu ruh yangınının çocuğudur. Aşk, sendeki bir avuç suyu derya yapandır; sendeki deryayı da çöle çevirendir.
Aşk, zıtları birleştirendir.
Hatalarıyla yüzleşenler sevmeye ve sevgili olmaya layıktırlar; fakat hatalarıyla yüzsüzleşenler bundan mahrumdurlar. Cahil olmak ayrı, pislik olmak ayrıdır.
Sevgi veya nefret, karşımızdaki objeden / nesne bize yansıyan duygunun adıdır. Bu duygu, nefsimizi hedef alıyorsa, bunun karşılığı beşeri aşktır. Eğer bu duygu ruhumuzu hedef alıyorsa, işte bunun adı da ilahi aşktır. Zaman içinde aşınıyor, eksiliyor, pörsüyorsa; bu, beşeri aşkı simgeler. Zaman içinde artıyor, demleniyor ve daha kuşatıcı oluyorsa, bu da ilahi aşkın varlığını vurgular. Beşeri aşkın belirtisi fani oluşudur; ilahi aşk ise sonsuza kanatlanır.
Akıl ile nefsin evliliğinden beşeri aşk doğar; akıl ile ruhun evliliğinden de ilahi aşk doğar. Neftsen, ruhtan haberdar olmayanların “seviyorum” demeleri; hele hele aşktan söz etmeleri tamamen bir aldatmacadan ibarettir. Bunlar aslında nefislerinin mahkümüdürler ve bu nefs karşılık bulamayınca, en zalim canavardan daha zalim olabilir ve “sevgilisi”ni öldürebilir.
Oysa âşık, aşkta karşılık bulamayınca, kendi içine yönelir ve içindeki kömürü elmasa dönüştürme nöbetine durur. Sevgili tarafından anlaşılmamanın vermiş olduğu duygu, onu kötülüğe sürüklemez; bilakis o anlaşılmamanın çocuğu olan çileyi, ruhundan üfleyerek büyütür.
İnsan sevmeden yaşayamaz. Çoluk- çocuğumuzu severiz; arabamızı, evimizi, parayı, makamı severiz. İnsan, dünya meydanına geldiği andan itibaren önüne iki yol açılır: Biri nefisle şeytanın çizdiği yol, diğeri de akılla vahyin gösterdiği yol. Aşktan mahrum olanların birinci yolu seçmeleri neredeyse kaçınılmazdır. Akıllarını vahiyle aydınlatanlar ise, aşk yoluna canlarını koyarlar ve sonsuza açılırlar.
İki yol var;
Ya şeytanla nefsin evliliğinden doğan neseb-i gayri sahih çocuğu büyütecek ve sonsuzluğunu ateşe vereceksin;
Ya da akılla vahyin evliliğinden doğan aşkı, Ebedi Sevgili’ye köprü yapıp sonsuz mutluluğa ereceksin. Gerisi mi? Bir yığın malayani.
D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com) (dalitasci@gmail.com)
Twitter:@DAliTasci