Biyografi okumanın faydaları çoktur. Hayatın her dönemini siz tecrübe edemezsiniz, daha önce yaşayanların hayat hikâyelerinden istifade ederek kendinize bir yol çizersiniz. Batılı bir filozof şöyle der: “ Biyografiler aslında milletlerin tarihidir.”
Bu yazımda ehliyet- liyakat ve kalitenin ne kadar önemli olduğunu, hatta ülkelerin geleceklerinin bu üçlüye bağlı olduğunu kısaca vurgulamaya çalışacağım. Bunun için de dönemin ( 1938- 1946 Bakanlık dönemi ) Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’den söz etmek istiyorum. Yaptıklarına katılıp katılmamak ayrı bir şey, fakat köklü icraatlara imza atan bakan olarak karşımıza çıkması ayrı bir şey. Hatta Milli Eğitim’in gidişatı hâlâ onun amacı doğrultusunda ilerlemektedir, dersek pek yanılmış olmayız.
Olay şudur:
1941-42 Öğretim yılında bir “İftihar Kitabı” çıkarır. “Hasan Ali Yücel enteresan bir girişim yapmış, bu girişim sonucu Türkiye’deki ortaokul ve liselerin tamamının sınıf bazındaki birinci, ikinci ve üçüncü başarılı talebelerini tesbit ederek hepsini bir kitapta toplatmış. Seneler sonra o kitaba baktığım zaman şunu gördüm: Türkiye’nin mukadderatında rol oynayan insanların çoğu o kitapta vardı. Bu durum eğitimle ilgili şöyle bir hükme varmayı da mümkün kılıyor: Demek ki fıtraten müstaid (yetenekli- kabiliyetli) olan çocuklar ta baştan belli olmaktadır.” ( Prof. Dr. Sabahattin Zaim. Bir Ömrün Hikâyesi, s, 85)
“İftihar Kitabı”ndaki zeki, yetenekli ve kişilikli, başarılı öğrenciler kimlerdir?
Siyasette:
Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Abdülkerim Doğru, Erdal İnönü, Kâmuran İnan, Metin Toker, Cüneyt Arcayürek, Doğan Avcıoğlu, Kaya Erdem, Faruk Sükan, Sabri Yirmibeşoğlu, Cahit Karakaş.
Bilim- Edebiyat ve Sanatta:
Necmettin Erbakan, Gazi Yaşargil, Özcan Köknel, İsmet Giritli, Muharrem Ergin, Asım Bezirci, Müjgân Cümbür, Cevat Babuna, Can Yücel, Halit Kıvanç, Ali Kemal Belviranlı, Zihni Küçümen, Turgut Özakman.
Bürokraside:
Sabri Yirmibeşoğlu, Cahit Karakaş, Zekâi Baloğlu, Haluk Cansın…
Bu isimlere baktığımızda, 1950’li yıllardan itibaren her sahada bunları görmek mümkündür. Bunlar tesadüfen bir araya gelmiş değiller, bir plan doğrultusunda seçilerek geldikleri yere gelmişlerdir. Osmanlı’da Enderun bu işi görüyordu. Zeki, yetenekli, şahsiyetli çocuklar seçilerek Enderun’a gönderiliyor, orada eğitim görüyorlar ve sonradan da devlet idaresinin her kademesinde görev alıyorlardı. Osmanlı’yı altı yüz sene ayakta tutan sırrın başında bu eğitim anlayışı geliyordu.
Bugün Fransa’da Halen şatolar vardır. Bu şatoların topraklarına izinsiz basmak suçtur. Şatoda yaşayanlar, Fransız nüfusunun % 2’sini teşkil eder. Bu aileler çocuklarını sıradan okullara göndermez, evlerine öğretmen alarak çocuklarını eğitirler. Çocuklarını halkın içine karıştırmazlar. Pahalı yarış atları beslerler. Sonra da burada eğitilen çocuklar özellikle dış işlerinde ve devlet kademelerinde görev alırlar.
Allah bütün insanları farklı farklı yaratmıştır. Eğitimde zeki, yetenekli ve kişilikli çocukları seçip onlar için ayrı bir eğitim sistemi uygulamak, yaradılış kanununa da uygundur. Hayatta “eşitlik” denilen bir kavram asla yoktur – adalet dışında- Farklı olarak yaratılmış insanları kategorize ederek, onları yetenekleri doğrultusunda eğitmek, başarının da en kestirme yoludur. Haydi bir yemeğe eşit malzeme koyalım; bir kaşık yağ, bir kaşık tuz!.. Yenir mi bu yemek? Hayat da böyle bir şey işte; herkesi yeteneğine, anlayışına göre eğitirseniz o hayat tat verir; aksi ise acı, tuzlu bir hayat olur.
Bugün herkesin şikâyet ettiği konu nedir? Ehliyet ve liyakat! Bunu ta okul sıralarında tesbit etmezseniz bütün işleriniz aksar.
Bütün bunların yanında çocuklarınıza irfanî bir eğitim de vermek zorundasınız, geleceğinizin aydınlık olması için. İrfan, bir yemeği dengeli karışımla pişirmek demektir. Eşit değil, dengeli. Hayatın tat alabilmesi için de arif, ehliyetli, liyakatli, yetenekli insanları iş başına geçirmek gerekir. Yoksa hayat yaşanmaz olur.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci