Hayatta insan olarak kalabilmek en yüce makamdır

D. Ali TAŞÇI

            Şair Ahmet Haşim, bir yakın dostuna fena halde kızmış. Dişlerini gıcırdatarak, yanındaki arkadaşına : “ Beyefendi, beyefendi!” demiş, “Siz onun ipek kravatına, şık kostümüne, kibar tavrına, tatlı diline aldanmayınız… O, tıpkı yataklı vagonlardaki pırıl pırıl aynalı kapılara benzer; tokmağı çevirip açtınız mı, arkası abdesthanedir (tuvalet).”

            Sağımıza solumuza baktığımızda pırıl pırıl parlayan ne çok aynalı kapı görüyormuşuz, meğer.

            Çocuklarına birer çikolata almaktan kaçınan, fakat kumarda servet kaybedenler mi dersiniz; dünya güzeli, insan tatlısı eşine insanlık muamelesi yapmayan, ama yabancı kadınlara karşı “kibar” gözüken nice erkeklerin erkeklik tavırlarına mı rastlamazsınız çevrenizde!

            Evinde asık surat oturmayı ve evi yasa boğmayı marifet sayan bazı kadınların, yabancı erkekler karşısındaki gülümser surat ve cazibeli davranışları da diğerlerinden pek farklı değildir.

            İnsanları tanımak zor olsa da ustalar kapıyı açmasını biliyorlar. Lazer ışınlarıyla iç organlarımızın MR’ı (emar) çekilerek hastalıklarımıza teşhis konulabiliyor. Gönül gözüyle bakanlar da surat maskelerini delerek deruni yüzleri tanıyabiliyor, deşifre edebiliyorlar.

            Tuvalet kapısının üzerindeki ayna gibi, kelimeler de, çoğu zaman, eşyanın, anlamın üzerine sinmiş birer perdedir. O aralandığında eşya ve anlam asıl yüzünü gösterir.

            Söz, sihir gibi tesirlidir; insanın beynini uyuşturabilir, gözlerini karartabilir. Ne var ki, sözün perdesini açtığınızda, içerden bir lağım kokusu geliyorsa, siz bundan iğrenirsiniz. Yapmadıklarını söyleyenlerin halidir bu. Riyakârlığı meslek edinenler, aldatmaktan, dolandırmaktan şeytani zevk alanların aynalı sözlerini kırarsanız veya aralarsanız, içeriden lağım kokusundan daha berbat bir insani kokuşmuşluk kokusu duyarsınız.

            Her kötü davranış, insanın iç mahzeninde lağımlar oluşturur. Bu insanlar çoğalır ve bir toplum meydana getirirlerse, şehrin lağım boruları patlar ve orada yaşayan hassas burunlar rahatsız olur. Artık oralardan hicret etmek zorunludur; çünkü siz katlansanız da çocuklarınızın burunlarının kötü kokulara alışma tehlikesine karşı bunu yapmak zorundasınız. Ya da şehrin lağımlarıyla birlikte, insanların iç lağımlarını temizlemek durumundasınız.

            İnsanın iç dünyasını temizleyen şey, hayat algısıdır; yaradılışın mükemmelliğine karşı ters duruş sergilememektir. Gerçekten var olan her şey kusursuzdur: İnsanın yaratılışı, hayvanların, bitkilerin varlığı ne kadar yerli yerinde ve güzeldir. Şu anda kışı yaşıyoruz; kışın ölgün bir halde bıraktığı topraktan ilkbaharda bir hayat kafilesi çıktığını alışkın gözlerle seyrederiz. Oysa yeniden dirilişin mucizevî görüntüsüyle içimiz titrese, baharla birlikte tertemiz ve dinç bir ruhla tanışmış olacağız. İnsanın terbiye edemediği kalpler de vardır ki, doğanın harikuladeliği karşısında başları yere düşer.

            Çocuk eğitiminde zorlanan annelere bir çift sözüm var:

            Şu an kış mevsimini yaşıyoruz; ağaçlar ölü durumda. Küçük yaştaki çocuklarınızı alın ve parklara götürün. Bir ağacın altında ona şunu söyleyin; “Yavrum bak ağaç ölmüş, yaprakları, çiçekleri yok.” Bahar gelince çocuğunuzu tekrar aynı ağacın altına götürün ve ona; “Seni kışın bu ağacın altına getirmiştim; ağacın yaprakları, çiçekleri ölmüştü. Şimdi görüyor musun evladım, ağacın yaprakları, çiçekleri açmış, ağaç dirilmiş. İnsanlar da öldükten sonra bu ağaç gibi dirilecekler, her şeye gücü yeten Allah’tır.”

            O artık bunu hiç unutmayacak ve ruh aynasını hep görünür tutacaktır; çünkü eğitimin temelinde fıtratın gelişim süreci ve fanilik duygusu yatmaktadır.

            “Dinde zorlama yoktur, insan hürdür elbette,

            İster dünyada pişer, isterse ahirette.” (N. Fazıl)

NOT: İstanbul gibi bir yerde eski zaman sohbet haneleri maalesef yok; Küllükler, Marmara Kıraathaneleri gerilerde kaldı. Okuyup düşünen insanlar artık sanal dünyada kendilerini ifade ediyorlar. Ne var ki, ru be ru (yüz yüze) sohbetin tadı bambaşka. Üsküdar’da işte böyle bir mekân hizmete girdi, adı “Buhurdan.” Adam gibi sohbeti özleyenlere duyurulurken, Buhurdan’ı hayata geçiren Ali Erdoğan Bey’e de teşekkür ediyor ve mekânının dem almasını diliyorum.