HAZ İNLERİ

D. Ali TAŞÇI


            Özellikle İstanbul’da ve büyük şehirlerde gökdelenler çoğaldı, çoğalıyor. Yükselen yalnızlığın simgesi olarak insan, fıtratından kopuyor. Evet, madden yükselenler yalnızlaşıyor, fakat manen yükselenler gönül medeniyetinin cemaati oluyorlar.( Hemen söyleyeyim; bu gökdelenler insan fıtratına ters meskenler olduklarından, insanlar kısa zaman içerisinde buraları terk edip, ayaklarının toprağa değdiği meskenlere koşacaklardır. Avrupa’da bütün bunlar yaşandı, bizde şimdi başlıyor sanki bir maharetmiş gibi.) 
    Benim bir hayat prensibim var; çoğunluğun rağbet ettiği yerlerden uzak durmak. “Yeryüzünde bulunanların çoğu, kendilerine uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar…” (En’âm, 116) Rabbim beni uyarıyor, gerisi bir sürü vehim.
            Reklamlarda “1+1” daireler allanıp pullanıp insanların beğenisine sunuluyor. Gökdelenlerin içinde “1+1” daireler çoğalıyor. Aslında bunlara daire de dememek gerek; çünkü içinde bir ailenin barınabilmesi pek mümkün değildir. Ev veya daire, aileleri barındıracak meskenlere denir, benim bildiğim.
            Fransızlar bu tiplere “stüdyo” diyorlar. Hatta Avrupa’da stüdyolar 1+1 bile değil, sadece tek odalıdır ve mutfağı, tuvaleti de içindedir. Orada 16 yaşını geçmiş, gençlik heyecanını evlilik dışı tatmin eden ve sürekli partnerlerin değiştirildiği kişiler barınır.
            “1+1”ler ülkemizde niçin çoğalıyor ve alıcı buluyor”, diye düşündünüz mü hiç? 
            Hani biz Avrupalı olacaktık ya, bu 1+1 furyası da oradan gelmektedir. Nasıl mı?
            İnsanlar evlenmeyi, aile kurmayı, çocuk sahibi olmayı dışlar veya unutursa, onun büyük bir eve ihtiyacı kalmaz. Bir oturma, bir yatak odası bile ona çok gelir. Yemek ihtiyacını dışarıda karşılar; fakat cinsel ihtiyacını nasıl giderecektir? Helal/ haram diye bir kavramları da yoktur.
            Madem evlilik gibi bir müesseseyi “çağdışı, belalı bir birliktelik, esaret hayatı..” gibi görüyor, cinsel ihtiyaçlarını karşılamak ve günübirlik hazzını tatmin etmek için bir aile niçin kursun?  “ Çağdaş birliktelik” (co-habitasyon) yaşar. Bunun için de 1+1 bile fazla gelir.
            Fransa’da stüdyolarda kalan komşularım vardı. Bir bakardım, bir kadın gelmiş ve birliktelik başlamış; birkaç gün sonra kadının yüzü mosmor olup stüdyoyu terk etmiş, onun yerini bir başka “yosma” doldurmuş! Bu kısır döngü hep devam ederdi. Kadın kırkını solladıktan sonra da sıkılmış bir limon gibi sokağa atılır; o da erkeklerden güya hıncını almak için (adı belli) kadın derneklerine üye olur ve yumruğunu sıkar ve havaya kaldırarak yürüyüşe geçerdi. Erkekler tarafından beğenilirken “yaşasın erkekler.”, beğeniden düştüğünde de “kahrolsun erkekler.” Bu dünyanın erkekleri de onlardan farksız.
            1+1’lerin ülkemize gelmesi, satışında alıcı bulması pek hayra alamet bir şey değildir. 1+1’ler, nikâhlı beraberlik olan evliliklere karşı, örgütsel bir mekân olarak karşımıza çıkmaktadır. (İyi niyetli olanları tenzih ederek.) Zaten gençlerin ikonları bu tarz yaşamı özendirici hal ve hareket içindeler. “Filan filanla beraber” tarzında her gün medyayı dolduruyorlar. “Birliktelikleri uzun sürmedi.” denilerek bir başka stüdyonun adresini gösteriyorlar. İçi gıdıklanan gençlerin de hayallerini 1+1’ler süslemeye başlıyor. Göreceksiniz, zengin çocukları, ailelerinden kopup bu tür meskenleri kendilerine yurt tutacaklardır; tuttular bile.
            Aile, birinci derecede sorumluluğun merkezi konumundadır. 1+1’ler ise sorumsuzluk üssü olarak karşımıza çıkmaktadır; yani aile kurmak istemeyen, günübirlik yaşamayı hayat algısı olarak benimseyenlerin rağbet ettiği yerlerdir.
            İnsan toplumsal bir varlıktır, yalnız yaşayamaz. 1+1’ler toplumsallığa karşı bireyselliği gökyüzüne çıkardığından, orada toprağın verimliliğinden ve insan fıtratına uygunluğundan artık söz edilemez. Böyle olunca da kendi kendini yiyen insanlar ortaya çıkar. Akrep, doğarken anasının karnını deşer ve iç organlarını yiyerek onu öldürür. Yuvasındaki artıklar, anasının kabuklarıdır. Akrep olmak kolay değildir, ananın iç organlarını yiyerek doğmak gerekir!
            Önümüzdeki zamanlarda içkinin, uyuşturucunun ve intiharların artacağını söylemek keramet veya kehanet değildir; Avrupa bunun canlı örneğidir. Hani medyadan okuyor, görüyoruz ya; “Kız, yedinci kattan atlayarak intihar etti.” tarzında birçok haberle karşılaşıyoruz. Cinsellik fırtınalarının sürüklediği gençler!.. Acaba intihar mı etti, yoksa cinsel travmanın getirdiği cinnetin sonucu mu? Toplumsal paylaşım olmadığından bencillik artar, merhamet yüreklerden silinir ve insan rayından çıkar. Raydan çıkan balkona gelir veya balkona sürüklenir.
    İş geliyor yine eğitime dayanıyor. Hani, nerde insan fıtratına uygun eğitim? Sovyetler Birliği’nde herkes üniversite mezunu idi; fakat dağıldığında sadece Moskova’da “500 mehdi” bir anda ortaya çıktı. İnsanları üniversite doyurmuyor, ölüm sonrasının varlığını onlara inandıramazsanız, “okumuş canavarlar” üretmiş olursunuz.
            1+1’ler, aile yapımıza ters gelen meskenlerdir ve oralarda insanın mutlu olması asla mümkün değildir. Hazla geçen ömrü de mutluluktan saymamak gerekir. Ömürlerini hazla geçirenlerin, yaşlandıklarında düştükleri hayal kırıklıklarını görmek gerekir. 
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci