Bilmeden konuşmak, olur olmaz her yerde bol keseden atmak veya sözün gideceği adresin arkasını önünü düşünmeden lafı ucuzundan savurmak epey bir zamandan beri bizim insanımızın değişmez karakteri haline gelmiş bulunuyor.
İnsanların eğilimleri, bilgi düzeyleri, kendilerine has yetenekleri diğer insanlardan elbette farklıdır. Hiçbir insan başka bir insanın tıpatıp benzeri veya fotokopisi olamaz.
İnsanlar arasında insan olmak ortak paydası bütün ortak paydaları örten ve kucaklayan bir şemsiye gibidir. Bu şemsiyenin altındaki genel atmosferi kavga etmeden hak veya hakkaniyet ölçüleri içerisinde paylaşamayanlar ne yazıktır ki bütün insanlığın huzurunu ve geleceğini tehdit etmektedirler.
İnsanoğlunun geçmişte yaşadığı ve bugün de yaşamakta olduğu her türlü sancının arka planında hep bu kavgacı zihniyet erbabı veya payına düşene rızası olmayan doymaz takım vardır. Bunların şerrinden beşeriyeti kurtarmadan insanoğlunun arzu edilen huzuru bulması çok zor görünmektedir.
Bir birinden çok farklı karakter veya şahsiyetlere sahip olan milyarlarca insanın bu evrende birlikte yaşamaya mecbur edilmiş olmaları insanları kendi aralarında bir takım ortak paydalar inşa etmeye zorlamıştır.
Bu sebepledir ki aynı coğrafi kaderi paylaşan insanlar kendi aralarında birtakım ortak ilişkiler, sarsılmaz beraberlikler veya ortak bir anlaşma dili geliştirmişlerdir. Söz konusu ortak paydalar sayesinde insan yığınları birleşip bütünleşerek millet olma noktasına tekamül etmişlerdir.
İnsanların ortaya koymayı başardıkları ortak arzu ve emeller daha sonraki aşamalarda ortak ülkülere, ortak yaşam biçimlerine taşınarak ideal olan toplumun fotoğrafı ortaya çıkmıştır.
Beşeriyetin genel fotoğrafında eğer Millet büyük bir birliktelikse, elbette bu birlikteliği meydana getiren birden çok değişik sosyal dilimler de vardır veya olacaktır. Sosyal kategorileri ayrılık gerekçesi saymak hiçbir zaman insanı ve uygarca bir bakış açısı değildir.
Sosyal dilimler arasındaki ahenk veya muvazene bozulduğunda veya biri diğerini tahakkümü altına aldığında o toplumun birlikteliği çözülür ve o toplumun sosyal kimyası mutlaka ama mutlaka bir şekilde yozlaşmaya yüz tutar.
Türk milletinin sürekli bir şekilde coğrafya değiştiren bir kadere sahip olması veya asırlarca değişik ve geniş coğrafyalara hükmetmiş bulunması bizim milletimizin sosyal kimyasını derinden etkilemiştir.
Türk milleti kadar birbirine tutkun veya toplumcu bir anlayışa sahip başka milletlerin sayısı çok azdır. Biz bu özelliğimizden dolayıdır ki, tarih sahnesine çıktığımız günden beri sürekli bir şekilde Firavunların ve Ebucehillerin hedefi olmamıza rağmen bugün halen dipdiri ve canlı bir şekilde hayatta kalmayı başarmışızdır.
Türk milleti insan severliği, mazluma sahip çıkması, zalimin karşısında kükremesi gibi özellikleri sebebiyle her zaman iyiler tarafından alkışlanmış ve diğer bir yandan da bu özelliklerimizden dolayı tarihin her döneminde kötülerin hedefi olmuşuzdur.
Bize yönelen her kötü niyet veya her kahpece saldırı anında bu milletten karşılığını görmüş ve her defasında bu milletin korkusuz evlatları düşmanlara karşı destanlar yazmıştır.
Şimdi yeni bir saldırı ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Bugüne kadar her defasında düşmanlar bize dışarıdan saldırmışlar ve sürekli bir şekilde dış cepheden saldıran düşmanlarımız Türk milletinin birlik ve beraberliği karşısında her defasında hüsrana uğramışlardı.
Yalnız dış cepheden saldırarak Türk milletini imha edemeyeceğini anlayan Emperyalist ve saldırgan güçler bu defa milletimizi iç cepheden yıkmayı ve çökertmeyi planlamışlar ve şimdi de bu haince niyetlerini uygulamaya koymuş bulunuyorlar.
Ne acıdır veya ne yazıktır ki iç cepheden ve dış cepheden saldırıya geçen düşmanlarımız, içimizden çıkmış bir takım soysuz ve ruhsuz takımını da kendi saflarına çekerek son hamlelerini başlatmış bulunuyorlar.
İki asra yakın bir zamandan beri korkunç bir şekilde kültürel, ekonomik, sosyal ve siyası alanlarda ciddi bir propaganda bombardımanı altında sendeleyip durmaktayız.
Söz konusu saldırılara karşı Türk milletinin mukavemetini kırmak veya zayıflatmak isteyen düşmanlarımız her zaman çağdaşlaşma, demokratikleşme gibi şirin kavramların arkasına gizlenerek saldırılarını sürdürüyorlar.
Bu milletin en önemli ortak paydası olan yüce dinimizin bile bir takım etiketler altında ve bir takım paket programlarla aleyhimize kullanılmaya çalışılması gerçeği oldukça ürkütücü bir durumdur.
Kuran’ı ve peygamberi bir eğitimin gaye edinildiğini iddia eden değişik tarikat veya cemaatler arasındaki hizmet yarışından daha çok cebimizi nasıl doldururuz veya insanları bizim saflarımıza nasıl çekeriz kavgasının verilmesi çok düşündürücüdür.
Kendi öz kardeşiyle barışık yaşayamayan veya kendi din kardeşini ufak bir kabahatinden dolayı kefere diye ilan edip cehenneme abone edenlerin diğer taraftan keşişlere veya papazlara cennet davetiyesi çıkarmalarını anlamakta biz bir hayli zorlanıyoruz.
Yıllarca her cemaate misafir oldum ve çeşitli tarikatlarla yakınlıklarım oldu. Halen de cemaat veya tarikatlara muhabbet duyan birisiyim. Asla birilerinin iddia ettiği gibi cemaat veya tarikat düşmanı değilim. Ancak bu demek değildir ki körü körüne kendi irademi birilerinin tekeline terk edip veya birilerinin peşine takılarak uçuşa geçmeye niyetlenecek kadar kafayı yiyeyim.
Yıllardan beri birçok cemaat veya tarikat ehli dostlarımla beraberim ve sürekli bir şekilde de kendilerini sorgulamışımdır. Aynı insanlarla dostluklarım devam ediyor ve son nefesime varana kadar da devam edeceğine inanıyorum.
Benim için hiçbir cemaat veya tarikat hakkında kesin bir hüküm yoktur. Bizi yakından tanıyanlar çok iyi bilirler ki her yıl onlarca öğrenciyi belli cemaatlerin dershanelerine yönlendiririm. Bir veli yanıma gelip, ‘hocam bizim çocuğu hangi okula verelim?’ dediği zaman ilk göstereceğim adres bugün ciddi boyutlarda sorguladığım cemaatin okulları olduğunu herkes çok iyi bilmektedir.
Ancak bu demek değildir ki söz konusu cemaatin bütün icraatlarını alkışlayacağım ve hatalı yanlarını görmezden geleceğim. Benim karakterimde böylesi peşin ve sonsuz bir teslimiyet ancak her şeyin gerçek sahibinedir. Ondan başkasına peşin teslimiyetin benim dünyamda yeri yoktur.
Benim bu halimi bir çelişki olarak gören dostlarıma hep şunu demişimdir: ‘Ben bir onbaşıdan dolayı Generalin rütbesini koparmam veya bir Generalden dolayı da kocaman bir Ordunun askerlerini toptan terhis etmem veya karalamam.’
Daha açık ifade etmemiz gerekirse şunu diyoruz; bütün cemaatlere muhabbeti olan bir insan olarak son birkaç yıldan beri çok ciddi anlamda dini cemaatlere karşı bir güven kayması yaşıyorum.
İçinde bulunduğum bu durumu şeytanı bir hal olarak değerlendirdiğim anlarım da olmuyor değil. Kısaca çok ciddi anlamda tereddütlere ve şüphelere düşmüş bulunuyorum.
Türkçe kurultaylarını izlerken doyasıya ağlayıp gözyaşı döken ben, dinler arası diyalog veya insanları karalama konularında şahit olduğumuz acımasızlıkları görünce de bir o kadar öfkeleniyorum.
Türk milletine yeni bir balans ayarı yapılıyor diye birtakım endişelerimiz var. Söz konusu balans ayarı yapılırken ayar makinesinin başında bir takım dini cemaatlerin olması ve söz konusu cemaatlerin işin ucunu ılımlı İslam saçmalığına kadar getirmiş olmaları işin vahametini göstermesi bakımından da bence es geçilmemesi gereken bir konudur.
Hiçbir inanan kardeşimin bizi yanlış anlamalarını asla istemem. İnanan insanların aleyhinde asla bir tavır sergilemem. Daha düne kadar çok ciddi bir şekilde muhabbet duyduğum bazı çevrelerle ilgili kafamda oluşan soru işaretlerine cevap aramaya çalışan birisi olarak anlaşılmam benim en büyük dileğimdir.
İnşallah şu duam kabul görür. Son zamanlarda secdeye indiğimde veya tevekkül ettiğimde hep şu duamı dilimden eksik etmemeye çalışıyorum:
“Ey Allah’ım. Seninle aramıza konulmak istenilen bütün şeyhleri, dervişleri ben bir kenara koydum ve şimdi yalnız seninleyim. Yetersiz olan ufkumla doğruyla yanlışı seçmede acze düştüm. Kenara koyduklarım arasından her hangi birine taraf olup diğerinin karşısında yer almak istemiyorum. Hepsine aynı mesafede olmak istiyorum. Benim basiretimi aç ve bana doğru olanı açık ve beyan eyle Allah’ım. Beni her türlü günahtan, nefsimin şerrinden sen koru Allah’ım (amin)”