İnsan denilen varlık, yaratılanların en üstünü olarak beşeriyetin tahtına veya dünya gemisinin kaptanlık köşküne oturtulmuştur. İnsanı böylesine yücelten ilahi takdirin elbette insandan istedikleri de vardır. İşte biz inanan insanlar olarak ilahi takdirin bizlerden istediklerini kulluk görevlerimiz olarak adlandırıyor veya öyle anlıyoruz.
Her şeyden önce insan olarak adlandırılan bizlerin bu alemde kendi başımıza yalnız bırakılmadığımıza inanıyoruz. O yüce yaratıcının koruyucu şemsiyesi altında varlık sürdürmekteyiz ve bundan dolayı da rabbimize bolca şükretmeliyiz.
Eşrefi mahluk diye adlandırılan bizler elbette o yüce yaratıcının istediği şekilde hareket etmeye veya hayat sürmeye mecbur tutulmuş kullar olarak dizayn edilmişizdir. İnsanı yaratanın insana bahşettiği fiziki ve sosyal kimyasını yine o insanın kendisinin koruması kişinin kulluk vazifelerinin arasında yer alan bir husustur.
Hiçbir insan fiziki ve sosyal beceri veya yeteneklerini Allah’tan başka hiçbir kimsenin güdümüne kiraya veremez. Böylesi bir durum kulluk misyonumuzla veya insanı onurumuzla çelişen bir durum olur.
Her insan elbette kendi dünyasında başkalarından farklı bir değerdir. Bu sebepledir ki dünyada yaşamakta olan yedi milyara yakın insan yedi milyar farklı dünyanın varlığını işaret eder. Bu kadar farklı dünyaları veya bu kadar çok sayıdaki dünyanın kaptanlarını bir arada yaşatmak ancak ve ancak dünya denizini ortaklaşa paylaşma şuurunun hakim olduğu gönüllerin yelken açtıkları düşünce denizinden geçer.
Kul olduğunu unutan veya biz deme yerine ben deme illetine yenik düşen insanların belli ortak paydalar etrafında hak ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde kalarak beşeri ilişkiler geliştirmeleri imkansız denebilecek kadar zor bir durumdur.
Hiçbir insan hayat sürdüğü zaman tünelinde rahmanı çizgilerden koparak şeytanı yollarda kendisini heder edemez. Bundan dolayıdır ki insanın yaratanından başkasının önünde ister sevgi, isterse saygı sonucu olsun, hiçbir sebeple veya başka bir dünya menfaati sebebiyle silikleşip şahsiyetsiz düşme gibi bir hakkı yoktur.
İnanan hiçbir insan kesinlikle başkalarının önünde diz çöküp kendisini köle durumuna düşüremez.
Dünya hayatı içerisinde onurlu bir kişilik sergileyebilmek veya her türlü riyadan, kibirden uzak kalmayı başarmış inanan bir insan profili ortaya koyabilmek için her şeyden önce insanın kendi kendisine saygı duyması lazım gelir.
Ancak insanın kendisine saygı duyması demek asla başkalarına karşı kibirlenmek veya böbürlenmek değildir. Kibirli veya kendisini diğer insanlardan üstün gören insanları Allah makbule değer bulmaz ve bu insanları başka insanlar da pek sevmezler.
Yüce dinimiz İslam’ın özünde taşıdığı ve birçok konuda olduğu gibi bu hususta da işaret etmekte olduğu itaat veya sadakat hissi hiçbir zaman veya asla Yaradan’ın dışında başkalarına teslim olma veya başkalarının uydusu olma şeklinde yorumlanmamalıdır.
Bizim yüce dinimiz insanın insana köleliğini yasaklamış ve haram kılmıştır. İslam dini, insanı statü hakları noktasında tamamen kendi iradesiyle baş başa bırakmakta ve bu konularda insana başkalarının müdahalesine asla izin vermemektedir.
İçinde yaşamakta olduğumuz çağ; tarım toplumu ile sanayi toplumu süreçlerinin günümüze taşınmış bulunan geçmişin iktisadi, sosyal veya siyası kalıntılarının toplamından ibarettir.
Hiçbir şey yalnız ne bugünün ne de yakın bir geçmişin ürünü değildir. Bugün yeryüzünde her ne kadar güzellik varsa veya her ne kadar olumsuzluklar söz konusu ise hepsi geride bıraktığımız dönemlerden bizlere miras kalmışlardır.
İnsanoğlu olarak gerilerde bıraktığımız dönemlerden tarım toplumu döneminde insan ilişkilerinin ayar noktası ekonomik gücü elinde bulunduran o günün toprak ağalarıydı.
Buharlı makinenin bulunuşuyla sanayi toplumu sürecine geçilince geçmişin şalvarlı toprak ağaları yerlerini bu defa kravatlı ağa çocuklarına terk etmişlerdi. O günlerden bugünlere gelinceye kadar bütün sosyal, siyasi, iktisadi olaylar hep aynı sosyal tabakaların kalıntısı olan dede, baba, torun üçgeninde gelişip şekillendi.
Geçmişin şalvarlı ağası ile bugünlerin papyonlu patronundan oluşan güç odakları koca bir insanlığı diledikleri gibi güderek bugünlere kadar gelindi.
Toplumların insafsızca ve adaletsizce güdüldüğü bu süreçte güdenler her zaman güdülenlerin zaaflarını, ter tertemiz dini ve insanı duygularını kullanarak insanlara tahakküm kurmuşlardır.
Toplumların hayat tarzı söz konusu insan katmalarının istekleri doğrultusunda inşa edilirken, bunların hepsinin daha üstünde bir de dünya ağları koca bir insanlığı dilediği gibi yönlendirip biçimlendirmişlerdir.
Öyle zamanlar olmuş ki toplum çoğunluğunu gütmeyi kendi çıkarları için elzem gören yerli veya dünya ağaları milli orduları, basını, iktidar erkini ve diğer güç odaklarını da kendi çıkarları doğrultusunda ustaca kullanmayı yeğlemişlerdir.
Bugün insanoğlunun önüne konulan ve bilgi çağı diye de etiketlendirilen çağımız, esasen tam bir Firavunlar ve Nemrutlar çağından başka hiçbir şey de değildir.
Dünyanın her tarafında kan ve gözyaşı seller gibi akmakta, bir avuç doymaz yaratık yedi milyara yakın insanın hakkını ve alın terini insafsızca sömürmektedirler.
Güç ve kudreti eline geçirmiş bulunan, her türlü akıl ve siyaset oyunlarını kurmada oldukça ustalaşan, hak ve hakkaniyet ölçülerini yok sayarak güç ve kudreti on plana çıkaranlar şimdi teslimiyetçi iktidarlar ve işbirlikçi takımı sayesinde de koca bir dünyayı ebediyen köleleştirmenin hesaplarına dalmış bulunuyorlar.
Çok ustaca yazılmış bir tiyatro sahneleniyor. Oyuncular oldukça iyi yetiştirilmişler ve eğitilmişlerdir. Zamana ve zemine göre kıvırma veya kirli siyaset dansı yapma yeteneklerine sahip olan söz konusu senaryonun oyuncuları, allem kalem ederek dünya insanlığının cebini boşaltırlarken ne tuhaftır ki koca bir insanlık elleri çatlarcasına söz konusu insafsız ve sahtekarları alkışlamaktadırlar.
Her insanın kendi dünyasında bir değer olduğu, onu kullanmaya kalkmanın insanı ve uygarca bir yaklaşım olmadığı dünya kamuoyunda ortakça bir tavır olarak kabul görmedikçe ne yazık ki dile getirilen sancılarımız devam edecek gibi gözükmektedir.
İnsanoğlunun bugünkü aldanmışlık haline baktığımız zaman ne yazık ki insanlığın geleceği adına üzülmekten veya dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Allah insanlığın başına musallat olan sahtekârlarının, hilekâr veya düzenbazların tahtlarını ve taçlarını başlarına yıkar inşallah.