Herkes iş, aş, eş derdindeyken ben nelerle uğraşıyorum! Neylersin ki, volkan harekete geçince, eteklerdeki köyler, kasabalar boşalıyor ve siz volkana odaklanıyorsunuz.
İnsanın içinde kaynayan volkanın adı da aşktır; ona nasıl kayıtsız kalalım?
Hayatın temeli sevgidir, aşktır. Kim onu yok sayabilir? Ona "yok" diyenler, "yok"larını, bir sevgi üzerine dayandırdıklarının bilmem farkındalar mı? Çünkü her “yok”un içinde başka bir “var” barınır.
Aşk, yalnızlıkla başlar. O bir soyutlama ve soyutlanmadır; beş duyu algısından kopmadır. Yeryüzündeki her şey, aşığı sıkıcı bir hal alır. Ne paranın gücü, ne malın albenisi, ne evlât güvencesi, ne eşin kuşatıcılığı, ne meslek heyecanı... Hiçbir şey aşığa bir şey söyle(ye)mez. Yavaş yavaş kendi canının varlığı bile sıkıcı gelmeye başlar; ama ölümü düşlemez, onun dünyasında zaten ölüm yoktur. O, “Var”da yok olma peşindedir, var olma peşinde değildir, çünkü zaten bir “Var” vardır.
Âşık, yalnızlıktan yokluğa geçer. Yoklukta sırlarla tanıştıktan sonra, "var" denilen dünyaya tekrar döner. Artık bundan sonra bakışı, anlayışı, hissedişi; gezişi, konuşması, davranışları, elhasıl bütün her şeyi değişiktir. O güne kadar farkında olmadığı şeylerin farkına varmıştır. Aşk ona bir farklılık ve farkındalık getirir. Yanındaki insanlar artık sıradan biri değildir; onlar âlem içinde âlem taşıyan varlıklardır. Her sözün bir anlamı, her bakışın bir sırrı vardır. Kalp, bir sevgi sarayıdır, herkes padişahının dilinden konuşur.
Âşık, bazen durup dururken içini çeker durur. Sanırsınız ki, yeryüzünün ırmak denilen damarlarından sular/kanlar çekiliyor. İç iniltileri, evrenin iniltilerine karışır. Onun gönül nâğmesini evren besteler. Bu nedenle sesi, yani sessizliği zamanları delip geçerek gelir. Mekân onu kuşatamaz; zaman, onun aşkını eskitemez.
Öyle bir hasret içindedir ki, vuslatı ölüm getirir. Özlemi de onu bitirir, kavuşması da. Ama hasret ateşi, iç dünyasını sürekli alevlendirir; zaten o, alevin çocuğudur.
Hayretler içindedir, hiçbir hâli öbürüne benzemez. Bir insanı havada yürür görse onu hayrete düşürmez de, bir kuşun kanat çırparak gökyüzünde süzülmesi onu bayıltabilir. O, olağan olanda olağanüstülükler gördüğü için hayretler içindedir. Aşk, galiba olağanda görmektir, olağanüstülüğü.
Dehşeti sınırsızdır. Bir damla suyun yere düşmesi onu dehşete düşürebilir. Bir cellât karşısında, kalbinin bütün sevgilerini yüzüne aksettirir de, bir arının çiçekten balözünü emmesi onun dehşetini artırır.
Kıskançlığı dillere destandır; sevgilisinden kendini bile kıskanır. Gülü dikeninden, ateşi sudan kıskanır. Hayatın zıtlardan oluştuğunu bilir; ama o bir hayat yorgunudur. O, sevgilisinde zıtlıklar kabul edemez.
Hastalığı, kendini terk edişindendir. Güzele ulaşmak için kendi güzelliğini yok etmek zorundadır. Bilir ki, aşkta ikilik yoktur. Harabat ehlidir, içinde defineler saklar. Sessizliği bir âlemi kuşatacak kadar derin ve ürkütücüdür. Bütün varlığını, sessizliğin senfonisinde dile getirir.
Gözyaşları kurumuştur. O kadar çok ağlamıştır ki, okyanuslar bile onu kıskanmışlardır. Şimdi yağan bütün yağmurlarda onun bestesi okunur. Yağan yağmurlar, onun gözyaşlarının dünyayı rahmet rahmet kucaklamasıdır.
Acı çekmez, adeta acının bizzat kendisi olmuştur. Bunun için dilinden dökülen her kelime ateşin kardeşidir ve herkesi yakar, kavurur. Acılarıyla zamanı buruşturan, mekânı lime lime eden insandır.
Hayatında tek zindan bilir: Yatak!.. Aşıklar uyumaz. Geceler, divaneleri koynunda saklar. Defineler, elmas elmas gecenin karanlığında parlar.
Hayat içinde kendini ölü gibi hisseder. Öyle bir ölü ki, bütün ölümlere bir ab-ı hayat. Ölüm, avuçlarında ölmüştür onun.
Varlıktaki her şeyde sevgilisinin yansımasını görür; onun için her şey sevgiliye götüren bir araçtır ve kutsaldır. Aşkta bayağılık yoktur, bayağılık aşkı öldürür.
Mekânı yoktur; istediği zaman daldan dala konar. Her şey ateştir, üstünde duramaz; sürekli zıplamak zorundadır. Sükûnetinde bile evrensel heyelanlar görülür.
Ahları semaları tutmuştur. Sevgilisinin ismini duyunca ölür ölür, dirilir. Âşık "an" içinde binlerce defa ölüp dirilebilen insandır. Sevgilisini hatırlatan her şey kutsaldır ve dünyada sadece onun bir değeri vardır. Sevgilisinin köyünün kedisi bile onu derinden sarsar.
Önemsiz biridir, o kadar önemsiz ki, bütün önemlerin anahtar deliğine sığacak kadar küçük ve fakat kilidi açan anahtar. Dünyadan göçeceği anı bilse, ölümünün dağda kurtlar eliyle parçalanarak olması için sevgiliye başvurur.
Ölümüne kan bedeli istemez; üstüne bedeli kendi verir, çünkü onun ölümü, ebedî bir diriliştir.
Çılgındır, kalbini çıkarır yerinden, ateşe atar, onun "ah" seslerine bayılır. Her dem, "demir ateşte, kalp güneşte pişer" şarkısını terennüm eder.
Hiçbir kural tanımaz. Bütün kuralsızlıklar onun kuralıdır. Ama o, aşk yurduna kuralsız yollardan gidileceğini bilir. Akıldan yoksun olduğu için hiçbir hata onu suçlu duruma düşüremez. Bütün hataların kendini alkışlamasına da bir türlü akıl erdiremez.
Bütün sıfatlardan arınmıştır; artık sıfat değil, özne konumuna geçmiştir. İsimsizdir, her isim onu vurur, fakat bütün isimlere ad olmuştur. Köleliğin kölesidir; özgürlüğü, köleliğin çocuğu olarak bilir ve tanır. Özgürlüğü köle olmakta bulmuştur; o, Sevgili’ye köledir. Dünyada var olan her şey sevgilisine perde olduğu için hiçbirine gönül vermez.
Sevgilisinin sözüyle konuşur, onun gözüyle görür ve sevgilisinin dışında başka hiçbir şey bilmez. O bir aşk cahilidir. Öyle bir cahillik ki bu, bütün bilimler, bu cahilliğin karşısında bildikleri her şeyi unutur.
Aşk, bilmek değil, yaşamaktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com Twitter:@DAliTasci