İnsanları geleceğe hazırlamak için hayallere ihtiyaç vardır. Somut bir kalkışmadan soyuta doğru yol alınırsa, masallar dünyasının gizemlilik ve olağanüstülükleri herkesin bir biçimde ilgisini çeker; çünkü insan, ele avuca sığmayacak kadar ötelerin malıdır.
Hayallerini kanatlandıramadığınız insanlar sizden yana tavır sergilemezler, onlar artık potansiyel karşıtlarınız olup çıkar. Beş duyuya hitap eden hiçbir şey, hayalleri tam olarak kanatlandırmaya yetmez. Mucitler, kâşifler hayallerine tutunarak ve içlerindeki masal dünyasında gizemlilikler yaşayarak, adeta ulaşılamaz gibi görünen başarılara imza atmışlardır.
Bunlar işin sadece maddi boyutunu oluşturur. Oysa insanın bir de en derinlerden ses veren bir manevi boyutu vardır ve insan, sürekli bu çağrının etkisi altındadır. Somuttan soyuta ilkesini kullanarak başarılara imza atanlar, somuttan sonra soyutun gizemliliklerinde kendi iç dünyalarının haritasını çıkaramazlarsa, bunun acısının dayanılmaz olduğunun farkına vardıklarında, unutmak için uyuşturucu, intihar ya da zihni bulanıklıkla baş başa kalırlar.
Çevremizde çok çalışan, ne kadar kazanırsa kazansın doymak bilmeyen ve sürekli didinip duran; bir sanat dalında uğraş verirken adeta kendini parçalayacakmış gibi davranışlar sergileyen; hatta araba kullanırken bile hep bir acelesi varmış gibi kavisler çizerek yol alan… Ve daha buna benzer aceleci davranışlar sergileyen nice insanların var olduğunu biliyoruz.
Kendi içindeki varlık şifresiyle, hayatın şifresini bağdaştıramayan her insan, bir biçimde “hayat sapkını” olmak zorundadır ve bunun asla istisnası da yoktur. Durulmamıştır, acelesi vardır, hayallerine ulaşmak zorundadır ve fakat ulaşılan her hayal, bir başka hayalin de kapısını aralayarak sonu gelmez labirentlerde ömür tüketmektedir.
Peygamberlerin gelmediği veya ulaşamadığı veya kabullenilmediği toplumlarda kâhinler, müneccimler, falcılar, sanatçılar; hatta edebiyatçılar, bilim adamları; kısaca gizemi kurcalayan herkes, insanın “maverai” boşluğunu doldurmaya aday adayı olarak karşımıza çıkar. Bu aday adayları bir zaman sonra aday olurlar da seçimi kazanırlarsa, işte o belde “uygarlık” beldesidir ve insan orada masala mahkümdür; hatta kendisi masala dönüşmüştür. İnsanın sonsuzluk kodu, yani fıtratı, kendisine bir zemin bulamadığından bozulup çürür ve çevre, insan bataklığına dönüşür.
Batı’ya peygamberler ayak basmadı. Bu nedenle oradaki arayışların kaynağı maverai değildir; masalımsıdır. Filozoflar, edebiyatçılar, sanatçılar, bilim adamları… Fıtrat kodunu keşfedememiş ve geliştirememiş insanların dünyevi rehberleridir. Hayat, bunların çevirdiği daire içinde geçer. Her daire kendi başına bir “birey”dir ve diğerine geçişken değildir. Bireysellik, toplumun yükselen değeridir ve onun elden çıkma tehlikesi her halükârda savaş nedenidir. Uygar toplumun en bariz görüntüsü “bireysellik”tir; kadim Yunan tanrılarına adeta geri dönüştür.
Heykel, insanın somut dünyasını kamçılayan, maverai seslerden mahrum ve fakat boğulan veya çürüyen fıtratı mumyalayarak güya yaşamasını sağlayan sanatçı, bilim adamı, müneccim, kâşif, mucit… gibi insanların, toplumun gözünde “yer tanrısı” olarak boy gösteren cansız ve kansız görüntülerdir. Kanser hücresinin şiddetlenmesi sonucu morfine duyulan ihtiyaç gibi, fıtratları çürümeye terk edilen insanların bir “yaşam koç”una bağlı olmamaları düşünülemez. Şekli ve zihinsel heykeller, “uygarlık”ın “yaşam koç”larıdır.
Hayal önemlidir elbet; ne var ki DİN, hakikati kanatlandırır. Hayat ya masaldan ya da dinden ibarettir; bunun bir üçüncü şıkkı yoktur. Dinle masalı ayıran tek ölçü Vahiy’dir, maverai sestir. Ölüm, hayatı masallaştırır. Din, hayatı, hakikat yurdunun efendisi yapar. İnsanın yaradılış kodu maverai olduğundan, onun somut şekillerle kendini tatmin etmesi mümkün değildir. Dünyevi saldırılardan sarhoş olan fıtratın masala yönelmekten başka tercihi kalmaz ya da sağlam kalabilen fıtrat, Din binitiyle sonsuz iklimlere açılır.
Uygarlıklar ve uygar insanlar çok hareketlidir; çünkü böbrek sancısı çeken veya etekleri tutuşan insan yerinde duramaz. Ruh sancısı çeken, yaradılış kodunu bozarak varlık sancısı çeken insan zıplamayıp da ne yapsın? Fakat yeryüzü bu acılı zıplamaların kan izleriyle feryat haritasına dönüşür.
Somut veya zihinsel heykeller masal dünyasının rehberliğini yaparken, mümin gönüller, Peygamberin rehberliğinde Allah’ın ipine tutunarak, Hakikat seferinin tatlı çileleriyle menzile ulaşma gayretindeler. Mutluluk mu? Ruh pınarını sonsuzluk yoluna akıtabilmektir, mirim!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci