Ahmet Haşim, “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz.” derken, bir mısra ile hem insanın derununu keşfe çıkıyordu, hem de bir medeniyetin ruh kodunu ortaya koyuyordu. Az sözle çok şey söylemek ancak ustaların işidir.
Sözlükler melâl’i “hüzün, dert” olarak tanımlarlar. Melâle en yakışır anlam hüzündür ve derdi de içinde barındırır. Fakat melâl, asla sıkıntı, keder değildir.
Hüzün, varlık sancısı çeken insanların gönül meyvesidir; onun toprağı gönüldür. Düşüşüne inleyen insanın pişmanlığı, derinliği, iç kuyusudur. Bu kuyuda Yusuf su içmektedir. Yakup ve Yusuf ve Züleyha hüzün yani melâl medeniyetinin gülleridir. Bu öyle bir gül bahçesidir ki, “en sevgili” gülü içinde barındırmaktadır. Bülbüllerin aklını başından alan rayihalar saçmaktadır. Orada derin ayrılıklar ve aşklar vardır; çünkü aşk, hüznün çocuğudur.
Hüzün dert, tasa, kaygı değildir. Dert öldürücü, hüzün ise diriltici özelliğe sahiptir. Dert kuyularında yılanlar yatmakta, hüznün kuyularında Yusuf’un güzelliği demlenmektedir.
Hüzün ve hazan. İlkbaharda çekirdek toprağa atılır; sonbahar gelince bu çekirdekler meyve olur. Sonbaharın bir adı da hazandır. Bitkilerin hüznüdür sonbahar; yeşillenmişler, olgunlaşmışlar ve solmuşlardır; ne var ki, meyveye durmuşlardır. Hazan, meyve haline gelmiş sonbahardır. Hüzün de kemale ermiş insanın sıfatıdır. O varlık tohumunu çatlatmış ve olması gereken yere gelmiştir. Kendini tanımış ve varlığa anlam katmıştır.
Hazan mevsimi, tabiatta faniliğin adeta bir simgesidir. Keder (üzüntü), sahip olunan şeylerin elden kayıp gitmesi sonucu insanda uyanan duygunun adıdır. Bu durumda insan hiç kederden kurtulamayacaktır. Oysa hüzün, canının bile fani olduğunu bilen insanın hiçlik duruşudur ki, orada kederin adı bile geçmez; kaderin kimlik mührü vardır.
Keder ve sıkıntı, ebedilik duygusunu, fani olan dünyada bulacağını sanan insanın aldanışıdır ve ümitsizlik doğurur. İşte bunun adı cehennemdir.
Hüzün ise, faniliğini kuşanan insanın ebedilik çekirdeğidir. Sonsuzluğa giderken, çekirdeğini meyve haline getirmiş ve ümit bahçesine düşürmüştür. Bu bahçenin adı da cennettir.
Keder ve sıkıntı cehennemin, hüzün ise cennetin dünyadaki adresleridir.
Keder ve sıkıntı dünyada bir kaçışı da beraberinde getirir. Diş ağrısı veya böbrek sancısı çeken insan sabit bir yerde duramaz; bir sağa bir sola debelenip durur.
Sıkıntı, iç karanlığın dışa vuran acı yüzüdür. Sıkıntılı insanların söz ve davranışları, çoğu zaman mizah kırbacı şeklinde şaklar insanların yüzlerinde. Dünya çapında ünlü mizahçı Charlie Chaplin (Şarlo)’nun bir sözünü hatırlıyorum, şöyle der: “ Dünyayı güldürdüm, ama ben hayatımda bir kerecik olsun gülmedim, gülemedim!” Böbrek sancısı çekenin davranışları başkalarına komik gelebilir, ama bir de o acıyı çekene sormak lazım.
Mizah, düşüncenin anüsüdür. Elbette ona ihtiyaç vardır, fakat yeri bellidir; ağız haline gelirse hayat darbe yer.
Tuvaletsiz ev olmaz, tümüyle de ev diye tuvalet satın alınmaz. Hayatı mizaha sarmak klinik bir vakadır, tedavi gerektirir.
Ne var ki modernizm, hayata ters yönden baktığı için, insanlığa tek seçenek olarak mizahı sunmuştur. Getirdiği acıları unutturmak için hayatı komedi sirki haline dönüştürme çabasındadır. Aslında modernizm, bağırsaktan beslenen insanların kurduğu dünyadır ki, orada tat yoktur.
Medyanın sunduğu postmodern anlayışlarla ortaya çıkan günlük şöhretlerin bu farklı yerden beslenme anlayışı, insanlığın varoluşsal kimliğine kara mizahlar ekerek insanlık meyvesi devşireceklerini sanıyorlar. Aldanıyorlar! Melali anlamayan nesilden varoluşsal kimlik çıkmaz çünkü.
Hüzün, düşüncenin Yusuf’udur ki onu Mısır beklemektedir. Hüzün, Yakub’un göz nurudur, Züleyha’nın sonbaharıdır, olgunluğudur. Her sonbahar aslında bir ilkbahara gebe değil midir?
Hüzün, faniliği kuşanan insanın hem hasret demlenişi, hem de kavuşma (vuslat) sevincidir. O, korkuyla sevincin kesiştiği duraktır ve sevgili orada beklemektedir.
Sıkıntı ve onun gayrı meşru çocuğu olan mizah ise, duraktan ümidini kesmiş yolcuların, araç içinde sergiledikleri unutma oyununun adıdır.
Tebessüm, Mısır’a giden kervandaki Yusuf’un yüzündeki teslimiyetin ümit çiçeğidir, kahkaha, kuyuya Yusuf’suz düşen insanın ümitsizlik böğürtüsüdür.
Melâli anlamayan nesil neyi anlar? Hüznü tatmayan gönül tadı bilebilir mi?
Hüzün, ebedi yolculuğa çıkan insanın pasaportudur; ötelere onunla gidilir.